17 Aralık 2012 Pazartesi

Çocukların altını ıslatmasına son vermek için...


Kulak Burun Boğaz (KBB) ve Baş-Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Uğur Çınar , geniz etibüyüklüğünün çocukların gece uykusunda ağzının açık kalmasına sebep olabileceğini,sürekli ağızdan nefes almanın da çocuklarda çene-diş gelişimini bozduğunu ve kalp büyümesine neden olduğunu belirtti.

Çınar, konuya ilişkin yaptığı yazılı açıklamada,geniz etinin gece altını ıslatma sorunuyla bağlantısının bilimsel araştırmalarlagösterildiğine işaret etti.

Büyük geniz eti olan ve beraberinde altını ıslatma sorunu yaşayan çocuklarda, geniz etinin alınmasının uykuyu düzelttiği ve çoğu zaman gece altını ıslatma sorununun da buna bağlı olarak kesildiğini aktardı.

http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Cocuklarin-altini-islatmasina-son-verin/903211/

9 Aralık 2012 Pazar

Mantar her derde deva

Anti kansorejen etki yaratan Beta-Glukan ve Lionelik Asit bulundurması açısından mantar, meme ve prostat kanserinden korunmak için son derece etkilidir. Hatta, kanser ilaçlarının üretiminde de mantar kullanılmaktadır.
İçinde hiç yağ ve kolesterol bulundurmayan ve protein, lif, vitamin, mineral ve su açısından zengin olan mantar, diyabetli hastalar için ideal bir yiyecektir. Doğal insülin ve enzim bulundurması açısından kan şekerini düzenlemeye yardımcı olur. 
Saf protein kaynağı olması ve içinde hiç kolesterol ve yağ bulundurmaması açısından et yerine tercih edilebilinecek en sağlıklı yiyecektir. Ayrıca sindirildiğinde barındırdığı lifler ve enzimler sayesinde kötü kolesterol seviyesinin düşmesine yardımcı olur.

Anti oksidan açısından zengin olan mantar hazımı kolaylaştırır. Penisilin benzeri doğal antibiyotik içermesiyle mikroplarla ve enfeksiyonlarla savaşır, ülserin tedavi olmasına yardımcı olur. Barındırdığı A, kompleks B ve C vitaminleri sindirim sistemini düzenler.
Kilo vermek isteyenlere en çok önerilen, protein diyetidir. Hiç yağ bulundurmayan, sindirimi kolaylaştıran ve protein açısından bu kadar zengin olan mantar, kilo vermek isteyenler için önemli bir yiyecektir.
Hayvansal gıdalarla alınan yağların damar tıkanıklıklarına yol açarken tamamen bitkisel olan ve sıfır oranında yağ bulunduran mantar, kalbi korur ve damar tıkanıklıklarının önüne geçer.
Mantar zehirlenmelerine karşı tanınmayan mantarların yenmemesi, özellikle kültür mantarlarının tüketilmesine dikkat edilmelidir.
http://www.gazeteoku.com/haber_getir.php?url=http://www.internethaber.com/mantar-her-derde-deva-foto-galerisi-25760.htm

6 Aralık 2012 Perşembe

Aşıklar


Aşıklar

İnci AKKAYA

Bir bulut aralanır, bir aydınlık süzülür;
Ve yer yer yankılanır damlalarda ışıklar.
Aşk mihrabına doğru hayal gibi dönülür.
Gölgede ve ışıkta, güller ve sarmaşıklar.

Göğe çıplak uzanan bir yamacın dikliği,
İçinde, günah dolu geçmişin ezikliği;
Baş açık, yalın ayak, o en duru, en iyi..
Doruğa sarhoş gider, gönlü elde aşıklar.

YUNUS'UN DİYARINDA

Işık sevgilim, ışık aşıkların dilinde;
Işık sevgilim, ışık, çininin yeşilinde.
Düşle dolu bir huzur mermerin damarında.
Dalga dalga aydınlık suyun halkalarında.
Sonsuzluğa yayılan bir nağme gibi yüce,
Güllerin üzerinde buharlaşmak gönlünce.
Pınarlarla çağlayan bir aşk bestesi gibi;
Billur kubbelerdeki ilahi sesi gibi;
Işık sevgilim, ışık, Yunus'un diyarında.
http://yagmurdergisi.com.tr/archives/konu/asiklar

Bilim adamları 'Pinokyo' etkisini doğruladı!


Ünlü çocuk romanı Pinokyo 'dan esinlenerek, ''Pinokyo etkisi'' adı verilen durum, İspanya'daki Granada Üniversitesi Deneysel Psikoloji Bölümü'nden bilim adamlarının termografi yardımıyla yaptıkları araştırmalar sonucu belirlendi.

Bir çeşit vücut ısısı ölçme tekniği olan termografi, 2. Dünya Savaşı sırasında askerlere gece görüşü sağlamak amacıyla ABD'li bilim adamlarınca geliştirilmişti.

Psikoloji sahasında termografiden yararlanmanın öncüleri olarak kabul edilen Emilio Gomez Milan ve Elvira Salazar Lopez adlı bilim adamları, geliştirdikleri yeni termografik uygulamalar yardımıyla, insanların zor görevleri yerine getirirken, belirli bir konuda sorguya çekilirken veya yalan söylerken yüz ısılarında değişiklikler meydana geldiğinisaptadı.

Araştırmacılara göre, yalan söylendiğinde burun etrafındaki ısıda artış görülüyor ve beynin etrafını kaplayan en büyük doku olan insula faal duruma geçiyor.

Beyindeki ödüllendirme sisteminin bir parçası olan ve sadece kişinin yakından hissettiği, kendisiyle bağlantılı tecrübelerde faal duruma geçen insula, ayrıca algılama ve vücut ısısının düzenlenmesi işlevinde de rol oynuyor.

Bu nedenle insulanın faal duruma geçişi ile ısı artışı arasında bir ters ilinti bulunduğunu belirten araştırmacılar, kişi bir duyguyu daha güçlü hissettiği zaman vücuttaki ısı değişikliğinin azaldığını ve bir duygunun daha zayıf olarak hissedildiği durumlardaysa ısı değişikliğinin arttığını kaydetti.
http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Bilim-adamlari-Pinokyo-etkisini-dogruladi/895663/

29 Kasım 2012 Perşembe

Amerikalılar hap vermiyor 'bulgur' öneriyor

Pişirilip kurutulduğu için bulgur da küf oluşmadığını, dolayısıyla aflatoksin de bulunmadığını belirten Bayram, şunları söyledi: ''Bulgur, böcek ve larvaların oluşumuna dayanıklıdır. Raf ömrü oldukça uzun, sıcağa ve rutubete dayanıklıdır. Bulgur doymamış yağa sahiptir, beslenmede önemlidir ve ekonomiktir.Hazırlanması kolaydır. Vejeteryan beslenmeye çok uygun bir üründür. Kalp için oldukça yararlı, sindirimi kolaydır. Süt ile karıştırıldığında mükemmel, muhteşem bir gıda oluyor.'' Birleşmiş Milletler (BM) için önemli bir gıda yardım malzemesi olan bulgurun, ABD 'de savaş olasılığına karşı stoklandığını aktaran Bayram, ''Bir kadın hamile olduğu zaman bebeğin beyin gelişimi için doktorlar folik asit ilaçları veriyor, bu ilaçlar çocuğun beynini geliştiriyor. Fakat Amerikalılar bizdeki gibi hap vermiyor, onlar bulgur öneriyorlar. Diyorlar ki 'hamileyseniz ilk 3 ay içerisinde bulgur yediğiniz zaman folik asidi ilaçtan değil direkt olarak bulgurdan alabilirsiniz'. O açıdan bulgur önemli'' dedi. www.samanyoluhaber.com/saglik/Amerikalilar-hap-vermiyor-bulgur-oneriyor/889745/     AA

24 Kasım 2012 Cumartesi

Menisküs zedelenmesi en fazla kadınlarda görülüyor


Uzmanlar, sert bir hareket sonucunda dizde meydana gelen menisküs zedelenmesinin en çok kadınlarda görüldüğünü söyledi. Ufak bir zedelenme sonrası, çömelme sırasında, merdiven inip çıkarken ya da arabadan inerken dahi menisküs yırtılabileceğini aktardı.
Op. Dr. Tuluhan Yunus Emre, futbolcu sakatlanması olarak bilinen menisküs yırtılmasıyla ilgili, "Her dizde iç ve dışta birer adet olmak üzere 2 menisküs vardır. Menisküs dizde uyluk ve baldır kemiği arasında conta vazifesi görür. Ameliyat ettiğimiz hastalara baktığımızda en fazla kadınlarda menisküs yırtılması olduğunu görüyoruz. Her yaş grubunda ve farklı nedenlerden dolayı menisküste zedelenme meydana gelebilir. Genç yaşlarda sportif aktivitelerde ya da ani dönme sonucunda menisküs yırtılabilir. Orta yaş kadınlarda çömelerek yapılan işlerde menisküs yırtıkları sık olarak görülür.Yaşlılarda ise menisküs zayıflar. Doku dejenere olur ve yırtılması kolaylaşır. Ufak bir zedelenme sonrası, çömelme sırasında, merdiven inip çıkarken ve arabadan inerken dahi yırtılabilir." dedi.
SPOR YAPMADAN ÖNCE TEDBİR ALINMALI
Spor yapacak kişilerin spora başlamadan önce bir takım hazırlıklar yapması gerektiğini belirten Op. Dr. Tuluhan Yunus Emre, aksi halde şahısların sakatlanma riskiyle karşı karşıya kalabileceğini ifade etti. Emre, saha zeminine göre spor ekipmanının seçilmesi gerektiğini vurguladı. Zeminin spor yapmaya elverişli olup olmadığına bakılması ve uygun spor ayakkabı giyilmesini belirten Emre, spor alanında ilk yardım yapabilecek deneyimli elemanın bulunmasının önemli olduğunun altını çizdi. Yanlış bir hareket sonucu sakatlanan kısma hemen buz kompresi yapılmasının da iyileşme sürecini azaltacağını söyledi.
Emre,spor sakatlıklarını önlemek için şu uyarılarda bulundu: "Bir spora başlayacaksanız yeterli oranda antrenman yapmalısınız. Her spordan önce 5-10 dakika ısınma hareketi yapılmalı. Kesinlikle tok karnına spor yapılmamalı ve spora göre ayakkabı, giyim eşyası seçilmeli.Tercih edilen sporun kurallarını çok iyi bilinmeli, spora göre diz, el, baş ve dişler için koruyucu araç kullanılmalı. Sakatlıkların önlenmesinde dinlenmenin ayrı bir önemi vardır. Yorgun olarak yapılan spor sonrası sakatlık oranlarında önemli derecede artma görülmektedir."
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik/meniskus-zedelenmesi-en-fazla-kadinlarda-goruluyor/2019355.html

23 Kasım 2012 Cuma

Uykusuzluk yaşlandırıyor!


Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Recep Aslan , uykusuzluğun yaşlılığı hızlandırdığını söyledi. Prof. Dr. Aslan, her insanın bir ritmi olduğunu vurgulayarak, "Kimi insan 8 saatlik, kimi de 9 saatlik bir uyku sonucunda yataktan dinç olarak kalkar." dedi.AKÜ Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu tarafından düzenlenen konferansta konuşan Aslan, stress, sigara kullanımı, hareketsiz yaşam, öğün dışı atıştırmalar, alkol, uyuşturucu, kirlilikler (hava, gürültü, vb.), beslenme alışkanlığı, uykusuzluk, karaciğer rahatsızlıkları, böbrek yorgunluğu, yanlış solunum gibi faktörlerin yaşlılık göstergeleri üzerinde etkili faktörler olduğunu belirtti.Aslan, "Yaşlılık göstergeleri üzerine faktörler çok fazla ancak en önemli faktör, hayata nasıl baktığınızdır. Bu nedenle stres, hayata kazandırdığınız anlama göre 'var ya da yok' olan bir kavramdır. Hayatınızda stres varsa, yaşlılık üzerindeki diğer faktörler de katlanarak artıyor. Bir kişide şikayet yazılımı varsa, bunun doğal çıktısı strestir. Yaşlılığı etkileyen faktörlerden biri olan sigara kullanımı, öncelikle beyin sağlığı için bırakılmalıdır. Öte yandan hiç gerek yokken alınan ağrı kesiciler ve gerektiğinden fazla uyumak da yaşlılık üzerindeki faktörler arasındadır." dedi.Prof. Dr. Aslan, hava, gürültü, kimyasal kirlilik gibi kirliliğin her türlüsünün yaşlılığı hızlandırdığını anlattı. Aslan, "Hava kirliliğinden kastım, özellikle tozdur. Toz kadar yaşlılığı hızlandıran bir ikinci hava kompenanti yoktur. Bu yüzden bir belediye başkanın bir kente ya da beldeye yapabileceği en büyük iyilik, tozu ortadan kaldırmaktır. Bu konuda mutlaka çözüm yolunun bulunması gerekir." diye konuştu.   CİHAN                                                                                               http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Uykusuzluk-yaslandiriyor/885830/

8 Kasım 2012 Perşembe

Her iki ilaçtan birini yanlış kullanıyoruz


Yanlış ilaç kullanımının önemli bir ekonomik kayıp olduğunu belirten Genel Cerrahi Uzmanı Saim Berçin, "Dünyada kullanılan her iki ilaçtan biri yanlış kullanılmaktadır." dedi.
Doğru ilaç kullanımı için öncelikle hastalığın doğru teşhis edilmesi gerektiğini belirten Dr. Berçin, "Doğru ilacın seçilip, uygun dozda uygun sürede kullanılması gerekiyor. Ama gerek ülkemizde gerek dünyada ilaçlar son derece bilinçsiz tüketilmekte. Ülkemizde öncelikle yanlış antibiyotik tüketim alışkanlığı bulunmakta, bunun sonucunda antibiyotiklere karşı büyük bir tolerans gelişmekte ve antibiyotikler bir çok enfeksiyon ajanına karşı etkili olmamakta." şeklinde konuştu.
        İkinci önemli yanlışın, ağrı kesicilerin kullanımı olduğuna değinen Dr. Berçin, şu bilgileri verdi: "Amerika Birleşik Devletleri'nde kullanılan ilaçların yaklaşık yüzde 20'si kalp ve damar ilaçları, santral sistemine etki eden ilaçlar iken ülkemizde en çok antibiyotik ve ağrı kesiciler kullanılmakta. Kullanılan ilaçların çoğu reçetesiz ya da komşusundan görerek talep edilen ilaçlar. Bunlardan dolayı hem ciddi sağlık sorunları oluşmakta hem tedavi gecikmekte hem de büyük bir ekonomik kayıp yaşanmakta."

7 Kasım 2012 Çarşamba

Kur’an’da resmedilen insan tipleri


Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hâdiseleri tahlil ederken hedefte hususî bir şahıs olmaz.
Fakat şu ayetler her insan için ya da belli tipler için, hemen her zaman söz konusu olabilecek davranış, inanış ve aldanış biçimlerini sergiler: “İnsan bir sıkıntıya maruz kalınca gerek yan yatarken, gerek otururken veya ayakta iken, Bize yalvarıp yakarır. Ancak Biz onun sıkıntısını giderince de, sanki uğradığı dertten dolayı Bize yalvaran kendisi değilmiş gibi çeker kendi yoluna gider. İşte (hayat sermayelerini boşuna harcayıp) haddini aşanlara yaptıkları işler böyle süslü gösterilmiştir.” (Yûnus, 10/12)
Dikkat edilirse ayet şu ya da bu kimseye değil, mutlak manada insana ait bir hususiyeti tespit eder ve bu konumda bulunan insanın hâlet-i ruhiyesini enfes bir üslûpla dile getirir.
Evet, insan, kendisine herhangi bir zarar isabet ettiği; meselâ oğlu-kızı veya hanımı vefat ettiği; bağına-bahçesine bir zarar geldiği, işleri tamamen tersine dönüp ticaretinde iflasa gittiği zaman durup dinlenmeden Rabb’ine dua eder.
Sonra Allah, onun başına gelen musibeti ve zararı kaldırdığı, işlerini yeniden denge ve düzene soktuğu zaman aynı insan öyle bir tavır takınır ki, sanki hiç o musibetlere maruz kalmamış, hiç el açıp Allah’a yalvarmamış ve yana yakıla Mevlâ’ya teveccüh etmemiş biri gibi oluverir.
Nimetlerin Şımarttığı Karakterler
Bu çizgide bir başka ruh hâleti münasebetiyle de Kur’ân şöyle der: “İnsana ne zaman bir nimet versek hemen Allah’tan yüz çevirir ve yan çiziverir…” (İsrâ, 17/83)
Kur’ân’ın, karakterini tasvir ettiği bu tip, Allah’ın kendisine ihsanda bulunmasına, nimetleriyle serfiraz kılmasına karşılık sanki elde ettiği bu nimetleri sebepler vermiş veya onları kendisi yaratmış gibi bir tavra girer.
Aslında Kur’ân’ın çok veciz olarak ifade buyurduğu bu insan tipi, her asırda karşımıza çıkan ve çıkabilecek olan bir karakteri simgeler. Evet, mazhar olduğu nimetleri ifade ederken; “Bunlar benim ilmim ve mârifetimle elde ettiğim şeylerdir.” (Kasas, 28/78) diyen insanların sayısı hiç de az değildir.
Kur’ân, o nurlu ifadeleriyle ayrı bir tipi de şöyle anlatır: “…Ona bir zarar dokununca hemen umutsuzluğa düşer.” (İsrâ, 17/83)
Aslında bu da bir kâfir karakteridir. Çünkü ümitsizlik kâfirin şiarı ve onun ayrılmaz vasfıdır. Evet, küçük bir zarara maruz kaldığında hemen ümit dünyası yıkılıp altüst olan, elbette sağlam bir mü’min olamaz.
Bazen de Kur’ân, değişik karakterleri resmederken karşımıza gösteriş ve çalım budalası bir karakteri çıkarır: “Onları gördüğün zaman kalıpları göz doldurur (ve dikkatini çeker), konuştuklarında durur sözlerini dinlersin, (sözlerini allayıp pullayarak konuşurlar, dinletirler ama) aslında onlar elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her bağırtıyı kendi aleyhlerinde sanırlar…” (Münâfikûn, 63/4)
Burada Kur’ân, dönek bir karaktere ait bulanık bir tip resmetmektedir. Bu, sokakta, evde bir türlü; insanlar içinde bir başka türlü görünen zıp orada zıp burada bir tiptir. Böyle bir karaktere sahip kişiler her sayhayı kendi aleyhlerine zannederler. O kadar korkaktırlar ki, çevrelerinde hafif bir ses, bir sayha duyuluverse ya da gök gürleyip şimşek çaksa ödleri kopuverecek gibi olur. Zayıf ve yüreksiz olduklarını gizleyemez ve hemen kendilerini ele verirler.
Yapmadıkları Şeylerle Övünenler
Şimdi bir de Kur’ân’ın, ipliklerini birer birer pazara çıkardığı şu durumlarına bakın: “O ettiklerine sevinen, yapmadıkları şeylerle övülmeye bayılan kimselerin, azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için can yakıcı bir azap vardır.” (Âl-i İmrân, 3/188)
Ayetten de anlaşıldığı üzere insanlar içinde, yaptıkları şeylerle methedilmeyi isteyenler onlar olduğu gibi, yapmadıkları şeylerin kendilerine mâl edilmesini isteyenler de yine onlardır. Bunların hayır adına yaptıkları işlerden tek maksatları, dertleri, davaları halk arasında medh u senaya mazhar olmaktır.
Bir de, Kur’ân’ın nazara verdiği şu ikiyüzlü tipe bakın: “İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları hâlde ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık.’ derler.” (Bakara, 2/8)
Kur’ân’ın resmettiği bu tipe uyan insanlar, inanıyor gibi gözükürler, ama kendi yandaşları ile baş başa kaldıkları vakit tamamen değişik bir ifade sergilerler. Bunlar, “Allah’a ve ahirete inandık.” derler, fakat aslında onlar Allah’a da, ahirete de inanmış değillerdir. Nitekim kimi insanlar: “Ben de Allah’a inanıyorum, babam hocaydı, dedem hafızdı, ninem günde beş vakit namaz kılardı…” gibi laflar ederler. Oysa önemli olan dedenin, ninenin edip eylediklerinden daha ziyade kişinin kendi durumudur ve asıl olan da odur.. Evet, önemli olan, kişinin babasının hoca oluşu değil, gönlünde İslâm adına ne kadar heyecanının olduğudur.

28 Ekim 2012 Pazar

Horlama Çözümsüz Değil


Öğrenci yurdu veya asker koğuşu gibi yerlerde horlama problemi olan insanlarla kaldıysanız, muhtemelen uyuyamama problemi yaşamışsınızdır. Horlama, uyku esnasında sesli soluk alıp verme olarak tarif edilir. Horlama, nefes yollarından havanın rahatça geçememesi veya buralardaki yumuşak doku veya kasların hava ile titreşmesi neticesi ortaya çıkan seslerdir. Derin uykuya dalındığında, dil, boğaz ve damakta bulunan kaslar gevşer. Bu kas gevşemesi, boğazdaki dokuların sarkmasına sebep olur. Nefes alıp verme sırasında, bu sarkan dokular hava yolunu daraltır ve horlama sesini çıkaracak şekilde titreşir. Hava yolu ne kadar darlaşırsa, titreşim o kadar şiddetli; horlama da o nispette gürültülü olur.

İnsan nüfusunun % 45'inin zaman zaman, % 25'nin ise devamlı horladığı tahmin edilmektedir. Horlamanın başlıca sebepleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Yaşlandıkça boğaz kasları zayıflar. Zayıflayan boğaz kasları, çevredeki dokuların sarkmasına ve titreşmesine yol açar. Yaşın ilerlemesiyle horlamanın görülme sıklığı artar. Dolayısıyla yaş, bu konuda bir faktördür. Altmış yaşındaki erkeklerin % 60'ında; kadınların ise, % 40'ında horlama görülmektedir. 

2. Aşırı kilolu kişilerde boğaz dokuları daha güçsüzdür ve soluk alıp-verme esnasında titreşmeye meyillidir. Buna, artan karın içi yağ kitlesinin, aşağıdan akciğerleri sıkıştırması ve boyun dokularının kalınlaşması ile hava çıkış yolunun daralması sebep olmaktadır. İnsanlar kilo aldıklarında yağ dokuları sadece göbek etrafı, bel gibi görünen bölgelere yığılmaz. Üst solunum yollarında, boğaz ve çevresinde de biriken bu yağ dokuları, hava yollarını daraltır. 

3. Alçak, kalın ve yumuşak damak, büyük bademcikler veya lenf bezleri (burnun arkası ile boğaz arasındaki süngerimsi doku) hava yolumuzu daraltabilir.

4. Normalden daha uzun bir küçük dil (uvula) hava akımı geçişini azaltabileceğinden, soluk alıp verme esnasında titreşimlerin artmasına yol açabilir.

5. Yaratılışları gereği burnumuz hava almak, ağzımız ise havayı vermek için kullanılması gereken organlardır. Çünkü alınan havanın içindeki tozların süzülmesi, ısıtılması ve nemlendirilmesi için burun çok uygun bir anatomiye sahip kılınmıştır. Ağzımız ise bu özellikte değildir. Onun için bilhassa soğuk havalarda hasta olmamak için havayı burundan alıp, ağızdan vermeye dikkat etmeliyiz. Ancak alerjilerin sebep olduğu burun tıkanıklıkları, burundaki hava akımını engelleyebilir. Bu durum bizi, daha gevşek kasların yerleştirildiği ağzımızdan soluk almaya mecbur kılar. Bu durum da horlamanın başka bir sebebi olabileceği gibi, ağızdan nefes alanlar, mikropların doğrudan akciğere geçmesiyle daha kolay solunum yolu enfeksiyonlarına yakalanırlar. 

6. Alkol ve sakinleştirici benzeri bazı maddeler, merkezî sinir sistemine tesir ederek, boğaz kasları da dâhil olmak üzere kasların aşırı gevşemesine yol açar.

7. Sırt üstü uyunduğunda, dil geriye doğru boğazın içine kayarak hava yolunu daraltır ve hava akımını kısmen engeller.

Horlama ne zaman ciddi bir problemin işaretçisidir
Horlama, 'Apne' rahatsızlığının bir belirtisi olabilir. Apne, uyku esnasında gürültülü horlamayla beraber ara sıra soluk almanın durması ve geceleyin sık sık uyanma şeklinde belirtiler veren bir rahatsızlıktır. Eşinizin veya ailenizden birisinin sizi uyku esnasında gözlemlemesini sağlayarak, bahsedilen hastalık belirtilerini kontrol edebilirsiniz. Soluk almada 10 saniye veya daha fazla süren ve apne nöbeti olarak adlandırılan bu kesintiler, damak, küçük dil, dil ve lenf bezlerindeki kasların uyku esnasında gevşemesi neticesi ortaya çıkar. Bu durum, normal horlama esnasındaki sürecin aynısıdır; fakat apnede hava yolu neredeyse kapanacak şekilde daralır. Neticede, kandaki oksijen miktarının azalmasına, karbondioksit miktarının artmasına sebep olunur. Bu durum gece boyunca birkaç defa tekrarladığında, düzenli uyku imkânsız hâle gelebilir. Böylece şiddetli yorgunluk ve hayat kalitesinde düşüş meydana gelebilir. Önemli bozuklukların ortaya çıktığı hastalarda bir saatte her biri yaklaşık 20–30 sn. süren 15 kadar apne nöbeti geçirme söz konusudur. Beynin arka bölgesine yerleştirilmiş solunum merkezleri, artan karbondioksit miktarını düşürmek üzere, sisteme sinyal göndererek, insanı derhal uyandırır. Şuurumuz taalluk etmeden mükemmel şekilde çalıştırılan bu refleks, söz konusu rahatsızlıktan doğabilecek olumsuzlukların giderilmesi için hayatî bir sigortadır. 

Uyku apnesi, ağız ve burun seviyesinde hava akımının kesilmesi (obstüriktif apne), hem hava akımının hem de solunum hareketlerinin kesilmesi (santral apne) veya bunların her ikisinin birlikte olması (miks apne) gibi birkaç şekilde görülebilir. Ayrıca çok yorgun olmak da, horlama ve apneyi artırır.

Apne, kişiyi yeterli oksijen seviyesinden mahrum bırakıp kalbin normalden daha zor çalışmasına sebep olabileceğinden, yetişkinlerde kalb yetmezliği gibi ciddi sağlık problemleri riskini de artırır. 

Apne teşhisi nasıl konulur?
Apne riski taşıyanlar genellikle aşırı kilolu ve kısa boyunludur; bu kişilerin altçenesi biraz geridedir. Apne teşhisini koymak için, başta burun olmak üzere bütün solunum yollarındaki tıkanıklar çok iyi değerlendirilmelidir. Geceleyin uyku bölünmesi, huzursuz uyuma, gündüzleri aşırı uykulu olma, uyurken gürültülü horlama, soluk almada uzun duraklamalar, sabahları yorgun bir şekilde veya baş ağrıları ile uyanma, apne rahatsızlığının olduğunu destekleyen işaretlerdir. Lâboratuvarda kandaki oksijen miktarı, nabız hızı, göz hareketleri, çene sesi, ağız boyunca olan hava akımı, göğüs kafesinin hareketi ve kalb ritimleri belirlenerek teşhis kesinleştirilir.

Horlama ve apne tedavisi
Bazı horlamaların sebebi, hayat tarzına bağlı alışkanlıklar olduğundan, bunlar bırakılabilir, değiştirilebilir veya en aza indirilebilirse horlama durdurulabilir. Fazla kilolarından kurtulan hastaların % 80'inde horlamanın önemli derecede azaldığı veya tamamen ortadan kalktığı görülmüştür. Zayıflamayla boğaz dokusundaki yağlar da azalacağından kişinin genel sağlık durumunda da iyileşmeler görülecektir. Ayrıca düzenli egzersizler, kas gücünün gelişmesine katkıda bulunarak horlamanın azalmasına vesile olabilir. 

Bazı hastalarda horlama ve solunum durması, sadece sırtüstü yatarken ortaya çıkmaktadır. Şişmanlık olmadığı hâlde horlama varsa, buna karşı bir tedbir olarak, sırt üstü yatmak yerine yan taraf üzerine yatılmalıdır. En uygun uyuma pozisyonu, sağ taraf üzerine yatmadır, ayrıca bu yatış şekli sünnettir (bkz: Sızıntı, Nisan 2006). Yüksekçe bir yastıkta uyumak da horlamanın azalmasına vesile olabilir. Ayrıca yatmadan önceki üç saat içerisinde sakinleştirici ilâçları ve uyku haplarını almamak ve ağır yemek yememek gerekir. 

Bu tedbirlerle horlama giderilemediği takdirde bir kulak-burun-boğaz doktoruna müracaat edilerek ilâç veya cerrahî tedavilere geçilebilir. Burunda tıkanıklığa yol açan alerjiler varsa soluk almayı kolaylaştıran ilâçlar tavsiye edilir. Eğer burundaki tıkanıklık birkaç gün içerisinde düzelmezse, farklı tedavi şekilleri düşünülmeli, ilâçlar uzun süre kullanılmamalıdır. Apneye ilâç tedavileri netice vermemişse, uyku esnasında oksijen maskesi takılması gerekebilir. En son çare olarak cerrahî müdahale ile tıkanıklığa sebep olan burun problemleri, damak veya küçük dildeki sarkmalar ile çene yapısındaki şekil bozuklukları ameliyatla düzeltilebilir. 

Çevremizdeki hassas insanların veya aile içinde, eşler de dâhil olmak üzere, insanların horlamadan rahatsız olmamaları için gerekli ne varsa yapmak, onların hukukuna saygı açısından önemlidir. Diğer yandan da horlama problemi olan insanlarla yaşamak durumunda olan insanlar, bu duruma kısa süreli de olsa hoşgörü ile yaklaşmalı ve horlayan insanları küçük düşürücü bir tavır sergilememeli, gerekli tedbir ve tedaviler konusunda onlara yol göstermelidir. Bilhassa eşler arasında bu problem büyümeden tedavi yolları aranmalıdır.

Kaynak
- Snoring and Sleep Apnea, http://hcd2.bupa.co.uk/fact_sheets/pdfs/snoring.pdf
Şakir ASLAN  

17 Ekim 2012 Çarşamba

Yatalak hastalara iyi haber!


Felç, doku sertleşmesi gibi sağlık sorunları nedeniyle hayatını yatağa bağımlı veya oturarak geçirmek zorunda kalan, bu nedenle vücutlarında yaralar oluşan ve dolaşım problemleri yaşayan hastalar için ''şort'' geliştirildi.''New Scientist '' dergisinde yayımlanan makalede, nörologlarca geliştirilen şortun, hastaya az miktarlarda elektrik akımları yolladığı, bu sayede dokuların uzun süre basınç altında kalmasına bağlı olarak gelişen ve daha çok kuyruk sokumu ve çıkık kemikler üzerinde oluşan doku ölümüne bağlı yaraları engellediği belirtildi.Kanada 'nın Calgary Üniversitesi'nden Sean Dukelow ve ekibi, geliştirdikleri ''akıllı şortlar'' sayesinde, vücutta söz konusu yaraların oluşmasının engellenebileceğini bildirdi...http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Yatalak-hastalara-iyi-haber/862002/

14 Ekim 2012 Pazar

Kansızlık, hastalık habercisi olabilir


Hematoloji uzmanı Prof. Dr. İsmet Aydoğdu, kansızlığın hastalık habercisi olduğunu söylüyor.
 Başlı başına bir hastalık olmayan kansızlığa demir, B12 ve C vitaminleri, folik asit, çinko ve bakır eksikliği sebep olabiliyor. Aydoğdu, “Bunların altından basit bir ülser ya da kanser de çıkabiliyor. Nedeni bilinmeden yapılan kansızlık tedavisi, önemli hastalıkların geç tanı ve tedavisine yol açıyor. Nedeni bilinmeyen kansızlık tedavi edilmemeli.” diyor. Yetişkinlerde daha sık görülen kansızlıkla ilgili “Sadece bitkisel gıdalarla beslenmede hem demir hem de B12 eksikliği olur. Et protein, demir ve B12 kaynağıdır. Demir ve B12 eksikliği, beyin fonksiyonlarını etkiler. Özellikle B12 vitamini eksikliğinde bunama bile görülebilir. Bacaklarda uyuşma, karıncalanma ve ağrılar olabilir.” diyen Aydoğdu, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Halsizlik, yorgunluk, çarpıntı, baş ağrısı, idrarda renk değişikliği, ateş, terleme ve kilo kaybı kansızlık belirtileridir. Bu durumda doktora başvurulmalı

12 Ekim 2012 Cuma

Bir’e Sevdalı Gençler



Yaşar BEÇENE

Bir Tatlı Adem hatırı için;

Bir'e sevdalı gençler; davam deyip gittiler
Bir’in hülyası ile ocak ocak tüttüler

Yurt olmuştu Afrika tâ buz kesen Sibirya
Bozkır hülyalarını emziren Amuderya

Çiçek çiçek açarken sararan bahçelerde
Solmayan muştuları verdiler seherlerde

Yudumlarken acıyı şeker şerbet saydılar
Yaşatma arzusuyla rayihalar yaydılar

Asrın güvercinleri gölge oldu canlara
Kutsal mühür vuruldu titreyen fermanlara

Işıl ışıl gözleri; secdeli alınları
Lâl ü güher sözleri; bahardır yarınları

Bu gençler âlemlerin umudu sevincidir
Çekilmez elemlerin içindeki incidir

Bindikleri atları gümüşten kanatlıdır
Âdemdir her birisi; hem de baldan tatlıdır

Avuçlara dolarken gökyüzünden şualar
Ne gamdır ne kederdir ılgıt ılgıt dualar

Zaman küçük bir andı; mesafeler daraldı
Âdem Bir’e uzandı gurbette tadı kaldı

Hibrit yöntemiyle, kalp hastaları 2 günde taburcu oluyor


Hibrit (melez) kavramı daha çok hem elektrikle hem de benzinle çalışan otomobiller için kullanılıyor. Fakat bugünlerde hibrit kalp-damar cerrahisi alanında cerrah ve kardiyoloğun birlikte gerçekleştirdiği ve hastaya daha az zarar veren işlem olarak tanımlanıyor.
Bu yöntemi uygulayan Türkiye Diyanet Vakfı 29 Mayıs Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Turan Yılmaz, “Birçok ağır kalp hastalığında, ileri yaşlı hastalar veya açık kalp ameliyatlarına dayanamayacak akciğer-böbrek-karaciğer hastalığı bulunanlarda hibrit girişim uyguluyoruz. Kardiyologlarla beraber ameliyata girerek; hastalığın bir kısmını anjiyo ile bir kısmını da küçük kesilerden ameliyat yaparak gideriyoruz. Bu şekilde ölüm riskini azalttığımız gibi, hastanın daha çabuk sağlığını kazanmasını da sağlamış oluyor. Hibrit girişim açık cerrahinin karşıt alternatifi değil, yeni bir opsiyonu olarak kabul görmektedir.” diyor.
Bu operasyonlar için kalp-damar cerrahisi bölümlerine de mutlaka hibrit ameliyathanelerin olması gerektiğini belirten Yılmaz şu ifadeleri kullanıyor: “Burada hem girişimsel radyoloji hem de cerrahi girişimleri aynı anda yapılıyor. Bu konuda kalp damar cerrahisi kliniklerine anjiyo cihazları alınmalı. Bu bölümlerde bu cihazlar olmadığı için maalesef genelde açık ameliyatlar tercih ediliyor. Hibrit yöntemine göre 2 günde taburcu olup, bir haftada hastalığı atlatacak kişiler bir aydan önce iyileşemiyor.
Yılmaz’ın verdiği bilgilere göre, hibrit endovasküler (damar içi) girişimlerde hasta kaybedilme oranı yüzde 0,5’in altında iken sadece vücuda kan dağıtan aort atardamarındaki anevrizmaların (balonlaşmanın) cerrahi tedavisinde hastanın ameliyata bağlı kaybedilme oranı yüzde 5-10 civarında.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Âmâlar İçin Yeni Bir Ümit: Biyo Retina


Görebilmenin ne kadar büyük bir nimet olduğunun çoğu zaman farkında olmayız. Ne zaman ki, bir göz rahatsızlığı yaşar veya âmâ bir kişinin karşılaştığı zorluklara şahit oluruz, işte o zaman bize bahşedilen bu büyük nimeti hatırlarız. Âmâların problemlerine çözüm bulmak için, çeşitli sahalarda araştırmalar sürüyor. Retina implantasyonları, âmâlar için son yıllarda büyük bir ümit ışığı olarak gündemdeki yerini koruyor. Yeni bir göz implantasyon tekniği, âmâ kişilerin okuyabilecek kadar görmelerine imkân sağlamayı vaat ediyor.

Nano Retina adlı şirketin geliştirdiği teknik, bugüne kadar uygulanan ikinci metot. 2011'de bir şirket, tam anestezi altında 4 saat süren bir ameliyatla hâricî bir aparat ve bir antenle görme desteği sunmuştu. Oldukça maliyetli olan bu ameliyatlar sayesinde birçok kişi artık görebiliyor. Bu teknikte, gözlük üzerindeki kameradan gelen görüntüler, yine gözlük üzerine yerleştirilmiş antenden telsiz yayını ile retinaya yerleştirilen mini algılayıcılara iletiliyor. Sözkonusu tekniğin biyo retinaya kıyasla dezavantajı, bir aparatın taşınma mecburiyeti. Yeni teknik bu olumsuzluğu ortadan kaldırıyor; artık anten veya hâricî bir cihaza ihtiyaç duyulmuyor. İmplant malzeme retina üzerine yerleştiriliyor ve bu tabaka bir lâzer ışığı ile aktive ediliyor. Ameliyat ise, bir yarma operasyonu ile yarım saatte tamamlanıyor. Bu tekniğin en büyük dezavantajı ise renkleri tanımaması, yani siyah-beyaz (gri tonları ile) bir görüntü sunması. Klinik denemelerin 2013 yılında tamamlanması hedefleniyor.

http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/saglik-bilim-teknoloji-ekim-2012.html

4 Ekim 2012 Perşembe

Hipertansiyon hastalarını sevindirecek tedavi!


Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp FakültesiKardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr.İbrahim Keleş , yazılı açıklamasında,hipertansiyon hastalarının yaklaşık yüzde 20'sinde çoklu ilaç tedavisine rağmen tansiyonun normale dönmesinin sağlanamadığına işaret etti. Keleş, en zor grup olan bu grupta ''renal denervasyon''un, ''en uygun'' tedavi olduğunu belirttiBu işlemin, böbreğin santral sinir sistemi ile ilişkisini kesmeye dayandığını kaydeden Keleş, tedavide radyofrekans dalgaları kullanılarak böbrek arterinin çevresindeki sempatik sinirlerin devre dışı bırakıldığını ifade etti.Prof.Dr. Keleş, işlemin anjiyoya benzer bir yöntemle yapıldığını, 30 dakika civarında sürdüğünü ve hastaların 1-2 gün sonra taburcu edildiğini anlattı.Türkiye'de az sayıda merkezde uygulanan bu yöntemin, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde de uygulanması için Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Keleş öncülüğünde çalışmalara başlandığı bildirildi.
http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Hipertansiyon-hastalarini-sevindirecek-tedavi/845139/

23 Eylül 2012 Pazar

Bu ileri yaş hastalığı gençler için de tehlike!


Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Beyin Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Feridun Acar, 7 yıl önce PAÜ'de hareket bozuklukları ünitesini kurduklarını ve bu ünitede parkinson, tremor, distoni, epilepsi gibi hareket bozuklukları yaşanan hastaların takip ve tedavisinin yapıldığını belirtti. Acar, ileri yaş grubu rahatsızlığı olan parkinsonun, genetik faktörlere bağlı olarak daha genç yaşlarda da ortaya çıkabildiğini de dile getirerek, şunları söyledi: ''Parkinson hastalığı genellikle 55 yaşından sonra ortaya çıkan bir hastalık. 65 yaşından sonra her bin kişiden 4'ünde parkinson hastalığı görülüyor. Bu hastalığın 30'lu yaşlarda başlayan formları da var. Genelde hareketlerde yavaşlama, titreme, kollarda ve bacaklarda kasılma, mimiklerde donma ve ilerleyen dönemlerde titremelerde, donmalarda artmalar oluşuyor. Ana tedavisi ilaç, ama ilaç tedavisinin yetmediği durumlarda bu hastalarda cerrahi tedaviler uyguluyoruz. Oldukça da yüz güldürücü sonuçlar alıyoruz. Hastaların ortalama yüzde 80'ini günlük hayatlarına döndürüyoruz.''

15 Eylül 2012 Cumartesi

Kansere karşı kokulu kara üzüm


Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Çelik, Türkiye ve Amerika'nın önde gelen en kaliteli kokulu kara üzüm çeşitlerini topladıklarını ve 61 çeşidi araştırma sahasında çoğaltarak bölgeye uygun çeşidi belirlediklerini anlattı,
Çelik, şöyle devam konuştu:

''Kara üzüm kabuğundaki resveratrol maddesi içeriği en fazla Karadeniz Bölgesi'nde yetişen üzümlerde görülüyor. Bu nedenle bölgede bağcılığın geliştirilmesini sağlamayı hedefliyoruz. Karadeniz Bölgesi'ndeki nemli iklimlerde yetişen kokulu kara üzümün kabuğunda bolca yer alan resveratrol maddesi bir yandan üzümün yetişmesini sağlarken öte yandan antioksidan, antimutagen ve antikanserojen aktivitesi göstererek, insan vücudunda kanser dokularının oluşumunu, gelişimini ve artmasını engellemekte. Ayrıca kolesterolü düşürdüğü de saptanmıştır. Kara üzüm vücutta yağların erimesine yardımcı olarak cildin taze ve temiz bir görünüm almasını sağlıyor. İçerdiği maddeler sayesinde güzellik iksiri olarak da nitelendiriliyor. Bir salkım kara üzüm veya buna eş değer kurutulmuş kara üzüm, vücudu ve beyin hücrelerini zindeleştiriyor.''

7 Eylül 2012 Cuma

Cildin fizyolojik olarak kozmetiğe ihtiyacı yok


Derinin sağlıklı, temiz, pürüzsüz ve güzel görünmesi için kullanılan kozmetikler, yanlış uygulandığında ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Rastgele kozmetik kullanımının, başta alerjik reaksiyonlar olmak üzere uzun vadede kansere sebep olabileceğini belirten uzmanlar, kozmetik ürünlerin hekim ya da uzman tavsiyesine göre kullanılması gerektiğini ifade ediyor.
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi (SAÜ) Deri ve Zührevi Hastalıklar Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Teoman Erdem, kozmetik ürünlerin zorunlu olmadıkça kullanılmaması tavsiyesinde bulunuyor. Kozmetiklerin bir cildiye uzmanı ya da dermatoloğun önerdiği şekilde kullanılmasının faydalı olduğunu kaydeden Erdem, "Neden kozmetik kullanılıyor? Hastanın derisi kuruysa nemlendirici önerebiliriz. Yağlıysa temizleyici önerebiliriz. Bize 'Hangi kozmetik ürünü kullanalım?' diye soruyorlar. Kullanmak zorunda değilsin ki. Derinin her şeyi var. Fizyolojik olarak bir şeye ihtiyacı yok. Gerçekten kişinin derisi hassas ise güneşe bağlı kızarıyorsa koruyucu sürsün ama uygun bir ürün. Derisi kuruysa nemlendirici sürsün. Yağlıysa temizleyici sürsün. Ancak 'kırışıklıklarım gitsin' diye sabah akşam krem sürmenin uzun vadede birçok yan etkisi çıkıyor." diyor.
Bilinçsiz kozmetik ürün kullanımına bağlı kanser vakalarının görüldüğünü anlatan Erdem, şunları söylüyor: "Kozmetiklerin büyük bir kısmı deri yoluyla emiliyorlar. Dudak boyaları yutuluyor. Parfümler solunum yoluyla vücuda girebiliyorlar. Kozmetik ürünler lenfoma, lösemi dediğimiz kanserler başta olmak üzere bu tür riskleri artırıyor. Hatta mesane kanserinde bile artış olduğu gösterilmiş bazı araştırmalarda. Kuaförlerde kanser görülme sıklığı temasa bağlı olarak 2-3 kat artıyor."
Kozmetik ürünlerde yan etkilerin uzun süre kullanıma bağlı olarak ortaya çıktığını ifade eden Erdem, en çok karşılaşılan yan etkilerin alerjik reaksiyonlar olduğunu dile getirdi. Kozmetiklerin yüzde akneye yol açtığını anlatan Erdem, "Deri üzerindeki gözenekleri kapatıyor. Özellikle yağlı ürünler...

31 Ağustos 2012 Cuma

efeler: Sabunda büyük tehlike

efeler: Sabunda büyük tehlike: Antibakteriyel sabun  larda mikropları önlemek için kullanılan triklosan maddesinin kas fonksiyonlarını ve iskelet...

Sabunda büyük tehlike











Antibakteriyel sabun larda mikropları önlemek için kullanılan triklosan maddesinin kas fonksiyonlarını ve iskelet yapısını olumsuz etkilediği ortaya çıktı. Triklosanla ilgili bulgular büyük endişe yarattı.

Mikrop bulaşmasını önlemek veya azaltmak için özellikle antibakteriyel sabunlar, diş macunları, deodorantlar, tıraş losyonları ve kozmetiklere katılan ve sağlık üzerine pek çok olumsuz etkileri olan triklosanın kas ve iskelet fonksiyonlarını da olumsuz etkilediği ortaya çıktı. Proceedings of the National Academy of Sciences isimli tıp dergisinin son sayısında yayımlanan araştırmada, fare ve balıklar üzerinde triklosan maddesinin etkileri test edildi. Triklosana maruz bırakılan farelerde kalp fonksiyonlarında 20 dakika içinde yüzde 25 ve kol kavrama kuvvetinde 1 saat süreyle yüzde 18 azalma olduğu belirlendi. Bu balıklar 7 gün süreyle triklosan bulunan suda bulundurulduklarında yüzme aktivitelerinin hem normal yüzmede ve hem de yırtıcı bir hayvan tarafından tehdit edildikleri durumu taklit eden yüzme testinde kontrol grubuna göre önemli ölçüde azaldığı belirlendi. Araştırmayı yürüten UC Davis Veterinerlik Fakültesi profesörlerinden Isaac Pessah, “Triklosan neredeyse herkesin evinde bulunuyor. Her tarafa yayılmış durumda. Havyanlar üzerinde yapılan bu araştırma bu maddenin insanlar üzerinde de aynı etkiyi yapabileceğini kanıtlıyor” dedi. Kalp-damar hastalıkları profesörü Nipavan Chiamvimonvat da “Hayvanlarda elde ettiğimiz bu sonuçların insanlar için de geçerli olduğu tabii ki söyleyemeyiz, daha pek çok araştırmanın yapılması gerekir. Ancak, araştırmada triklosanın kalp kası fonksiyonlarını etkilediği belirgin şekilde görülüyor. Elde ettiğimiz sonuçlar bu maddenin insan sağlığı için çok zararlı olabileceğini düşündürüyor” diye konuştu. Uzmanlar triklosan içeren ürünlerin kullanımında dikkatli olunması tavsiyesinde bulundu.

Triklosan nedir?

Triklosan, mikrop bulaşmasını önlemek veya azaltmak için özellikle antibakteriyel sabunlar, diş macunları, deodorantlar, tıraş losyonları, kozmetikler ve başka pek çok ürüne katılan bir maddedir. 40 yıldan beri kullanılan triklosanın yan etkileri 2000’li yıllada yapılan araştırmalarla ortaya çıktı. Maddenin zararları şöyle:

- Klorla birleştiğinde kloroform gibi kanserojen maddelerin oluşmasına neden oluyor.

- Bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç kazanmasına sebep oluyor.

- Hormonlar üzerinde bozuçu bir etkisi, ayrıca vücuttan atılmaları çok yavaş olup tabiatta da çok uzun süre kalıyorlar.

- Çocuklarda alerji ve egzamaya neden olabilir. 

VATAN


22 Ağustos 2012 Çarşamba

Farkına Geç Vardığımız Nimet: Yakını Görme


İnsanoğlu uzağa ve yakına odaklanabilen kameralar yapabilmek için çok uzun mesailer harcamış, pek çok merhaleden sonra özellikli objektifler icat etmiştir. Başlangıçta basit çekimler yapabilen bir ila üç mercekli objektifler kullanılırken, bir çiçeğin üstündeki çiğ tanesi veya o çiçeğe konmuş bir arının fotoğrafını daha iyi bir şekilde çekebilmek için günümüzde yedi ila on mercekli objektifler kullanılmaktadır. Acaba insanoğlu, Allah'ın (celle celâlühü) bahşettiği gözün, uzak ve yakındaki değişik renk ve şekilleri görme kabiliyetinin ne kadar farkında? Maalesef birçok şeyin değerini kaybedince anlayan insan, yakını görebilme nimetini de 40 yaşından sonra yakındaki yazıları gözlüksüz okuyamadığı veya iğneye iplik geçiremediği zaman ancak anlamaya başlar.

Peki, ne oluyor da gözlerimiz 40 yaşından sonra hâlâ uzağı net görebilirken, yakını net görememeye başlıyor? Bunu anlayabilmek için gözün yapısını ve görme fonksiyonunu incelemek gerekir. 

İnsan gözünün yapısı ve görme
Gözün dış kısmı, önde saydam tabaka (kornea) devamında da sert tabakadan (sklera, göz akı) müteşekkildir. Sert tabakanın iç kısmında damarsı tabaka (üvea) bulunur. Göz küresinin en iç kısmında ise ağ tabaka (retina) denen sinir tabakası olup, bu tabaka göze gelen ışınları elektrik sinyallerine çevirmekle vazifelidir. Gözün renkli kısmı olan irisin ortasındaki açıklığa gözbebeği (pupilla) denir. Gözbebeğinin hemen arkasına göz merceği yerleştirilmiştir. Net bir şekilde görebilmek için cisimlerden yansıyan ışınların retina tabakasındaki sarı noktaya (fovea) odaklanması gerekir. Fotoğraf makinelerinde görüntüyü filme mercek sistemleri odaklarken, gözde kornea ve göz içi merceğine bu vazife yüklenmiştir.

Korneanın kırma gücü sabit olup, 43 diyoptri civarındadır. Göz merceğinin kırma gücü ise istirahatta yaklaşık 20 diyoptridir. Bu iki yapı sayesinde, dış ortamdan gelen ışınlar, belli oranda kırılarak retinaya odaklanabilmektedir. Retina tabakasına gelen ışınlar kodlanarak elektrik sinyallerine çevrilir. Daha sonra, bu elektrik sinyalleri görme siniri (optik sinir) vasıtasıyla beyinde ilgili bölgelere yönlendirilir. Görme sinirindeki uyarıların çoğu, beyindeki görme merkezine (oksipital korteks) ulaşır. Görme merkezine ulaşan kodlanmış bu elektrik sinyalleri, beyinde görüntü hâline dönüştürülür ve böylece cisimleri görmüş oluruz. Görme sinirinden gelen uyarıların bir kısmı görme merkezinin dışında göz hareketleri, ışık refleksi ve biyolojik saatle (sirkadiyen ritim) ilgili bölgelere ulaştırılır. 

Merceğin vazifesi ve akomodasyon
Altı metreden daha uzaktaki cisimlere bakarken kornea ve merceğin kırma gücü (43+20=63 diyoptri) cisimlerin görüntüsünü retinaya odaklamaya yeter. Fakat daha yakına bakıldığında cisimlerin görüntüsünün retinaya odaklanabilmesi için ilâve bir kırıcılık gücüne ihtiyaç vardır. Makinelerin objektiflerinde bu iş, mercek sistemlerinin hareketleriyle sağlanır. İnsan gözünde korneanın kırma gücü değişmediği için bu ilâve kırma gücünü karşılama görevi göz merceğine yüklenmiştir. Bu görevi yapabilmesi için damar içermeyen esnek bir yapıda yaratılmıştır. Damar ihtiva etmediği ve kanlanması olmadığından, beslenmesine ve artık maddelerin mercekten uzaklaştırılmasına, siliyer cisimden salgılanan ve gözün tonusunu meydana getiren göz içi sıvısı aracılık eder. Merceğin beslenmesini sağlayan göz içi sıvısında, O2 (oksijen) miktarı düşük olduğundan, mercek enerji ihtiyacının çoğunu anaerobik metabolizmayla sağlayacak şekilde yaratılmıştır. 

İris gözbebeğinin hemen arkasında bulunan göz içi merceği şeklini değiştirebilmesine uygun bir ortama yerleştirilmiştir. Mercek, kendisi için hazırlanan bu mekânda küçük iplikçikler (zinn lifleri) ile siliyer cisim denen göz bölümüne tutunmuş şekilde asılı olarak durmaktadır. Zinn liflerinin tutunduğu siliyer cisimde, siliyer kas bulunur. Siliyer cisim ile mercek arasında 0,5 mm boşluk vardır. Siliyer kas, istirahat hâlinde iken zinn lifleri gergindir ve mercek daha düz bir konfigürasyonda bulunur. Siliyer kas kasıldığında zinn lifleri gevşer ve mercek çapında küçülme, kalınlığında artma olur. Kalınlaşan mercek daha bombe (küremsi) bir şekil alır ve kırma gücü artar ve böylece göz yakını net görebilecek bir duruma gelir. Bu şekilde yakındaki cisimleri net görmek için, göz içi merceğinin kırıcılığının artması hâdisesine akomodasyon denir. Eğer siliyer kasa gelen uyarı ortadan kalkarsa, siliyer kas gevşer, zinn lifleri gerilir, böylece merceğin kalınlığında azalma yani şeklinde düzleşme olur ve kırıcılığı azalır. Bu sayede daha uzaktaki cisimleri net görecek bir vaziyet alır. 

Akomodasyon mekanizması ve yaşlılıkta akomodasyon kaybı
Uzaktaki bir cisme bakarken, birden yakındaki bir cisme bakıldığında bulanık bir görüntü meydana gelir. Bu bulanık görüntü beyindeki görme merkezine ulaştığında (oksipital korteks) buradan kalkan uyarılar, özel sinir yollarıyla Eddinger Wetsphall nükleusuna oradan da gözün siliyer kasına ulaşır. Göz içi merceğinin kırıcılığı optimum oranda artırılarak bu bulanık görüntü, biz fark etmeden çok kısa bir zaman diliminde netleştirilir. 0,35 saniye gibi kısa bir zamanda gerçekleşen bu mekanizmanın gün içerisinde binlerce defa kusursuz bir şekilde işleyişi, bu mükemmel mekanizmanın yaratıcısını hatırlatır.

Akomodasyon kabiliyeti çocukken en yüksek seviyededir ve yaş ilerledikçe gözün bu kabiliyeti giderek azalır. Çocukken yaklaşık 14 diyoptri olan akomodasyon gücüyle birlikte istirahat halinde 20 diyoptri olan mercek kırma gücü 34 diyoptriye kadar artabilir. Böylece çocuklar, yaklaşık yedi cm mesafedeki cisimleri bile akomodasyon yetenekleri sayesinde net olarak görebilirler. Yaşla beraber akomodasyon gücü azalır. 40 yaşına gelindiğinde dörtsekiz diyoptriye, 50 yaş civarında ikiüç diyoptriye düşer ve 60 yaşından sonra da akomodasyon gücü pratikte ortadan kalkmış olarak kabul edilir.

İleri yaşlarda göz içi merceği, saydamlığını kaybeder ve kesifleşerek katarakt meydana gelir. Saydamlığını kaybeden göz merceği, katarakt ameliyatıyla temizlenir ve yerine merceğin kırma vazifesini yapması için sun'i mercek yerleştirilir. Ama günümüz teknolojisi, henüz insanın kendi göz merceğinin vazifelerinin tamamını yerine getirebilen sun'î göz merceğini üretememiştir. Günümüzde ameliyatlarda kullanılan sun'î göz içi mercekleri, akomodasyon yapamamaktadır. Bu tip merceklerin çoğu, ya uzak veya yakında belirlenen bir noktaya odaklanabilen merceklerdir. Yeni geliştirilen çok odaklı (multifokal) merceklerde ise, yakını ve uzağı görmek için çeşitli mekanizmalar kullanılmakla birlikte, bu mercekler henüz insanın kendi merceğinin yerini tam olarak tutabilecek seviyede değildir. 

Yakına ve uzağa bakışta göz hareketleri
Göz hareketleri sayesinde cisimlere baktığımızda, kafamızı her zaman oynatmak zorunda kalmayız. Gözlerin aynı tarafa yöneldiği hareket tipine, versiyon tipi hareketler denir. Bu hareket tipinde sağ tarafa bakarken iki gözümüz sağa, sol tarafa bakarken de iki gözümüz sola doğru yönelir. Diğer bir hareket çeşidi ise, iki gözümüzün birbirine zıt yönde hareket ettiği verjans tipi hareketlerdir. Verjans tipi hareketler, beynin ayrı bir merkezinde kodlanan bir göz hareket çeşididir. Yakına baktığımızda gözler birbirine yaklaşırken (konverjans), uzağa baktığımızda gözler birbirinden uzaklaşarak (diverjans) aynı noktaya odaklanır. Konverjans mekanizması olmasaydı ve gözler hep aynı yöne hareket etseydi, insanlar iki gözüyle yakındaki bir noktaya odaklanamayacak ve üç boyutlu görme (derinlik hissi) olmayacaktı. 

Akomodasyon ve konverjansa ek olarak yakına baktığımızda, gözbebeklerimizde küçülme (miyozis) olur. Gözbebeklerinin küçülmesiyle cisimlerden gelen ışınlar, retinada daha iyi odaklanır. Bu sayede daha net bir görüntünün meydana gelmesi sağlanır.

Yakına baktığımızda net görmemiz için akomodasyon, konverjans ve miyozis refleks olarak aynı anda gerçekleşir ve buna uyum mekanizması denir. Bu karmaşık hâdiseler zincirinin detayları, hâlâ tam olarak anlaşılamamıştır. 

16 Ağustos 2012 Perşembe

Bu kan grubuna sahipseniz dikkat



20 yıla yayılan ve 90 bin kişiyi kapsayan araştırmaya göre kan grubu AB olanların kalp hastası olma riski en yaygın kan grubu olan 0'dakilere göre yüzde 23 daha fazla.

Araştırmaye öncülük eden Prof. Lu Qi, "Kan grubunuzu değiştirmeniz mümkün değil. Ama bu bulgular, doktorların kimin kalp hastalığı riski altında olduğunu anlamasına yardımcı olabilir. Kolesterol ve tansiyon değerleriniz gibi kan grubunuzu bilmeniz de önemli. Eğer risk altında olduğunuzu bilirseniz ona göre daha sağlıklı bir yaşam tarzı benimseyebilirsiniz" dedi.

Araştırmaya göre kan grubu B olanların 0 grubundakilere göre kalp hastalığı riski yüzde 11 daha fazla. A grubunda olanlarda bu riskin yüzde 5 daha fazla olduğu belirtiliyor.

Belli kan gruplarında riskin daha fazla olmasının nedeni bilinmiyor.
Ancak A grubunun kötü kolesterolle ilişkili olduğu kaydediliyor. AB grubunun da kalp damarlarına zarar veren inflamasyonla bağlantısı olduğu belirtiliyor.

Uzmanlar, araştırmanın Amerika'da yapıldığını ve bu sonucun tüm etnik gruplar için geçerli olup olmayacağının bilinmediğine dikkat çekiyorlar.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Canım sıkılıyor diyen gençlere nasıl yaklaşmalı?


-Ergenlik çağındaki gençlerimiz zaman zaman can sıkıntısından yakınıyorlar. Yapacak birçok şey varken can sıkıntısından hiçbirine adapte olamadığını söyleyen gençler olduğu gibi yapacak bir şey olmadığını hiçbir şeyin kendisine cazip gelmediğini söyleyen gençler de var. Anne-babaların gençlerle ilgili planlamalarında onları geliştirici alanlara yönlendirmelerinde karşılaştıkları en büyük zorluklardan biridir can sıkıntısı.

Can sıkıntısı iç huzurunun, ferahlığın tam tersi bir daralma ve iç sıkıntısını ifade eder ki sebebi de çareleri de çok çeşitlidir. Depresyon, yorgunluk, fizyolojik durum gibi sebeplere bağlı olduğu gibi kişinin içinde bulunduğu manevi durumla da alakalıdır.

Aslında can sıkıntısı hedefe odaklanmayı en fazla zorlaştıran bir ruh hali olduğu kadar kişinin kendisini bilmesini, tanımasını aczinin farkında olmasını sağlayan bir ruh halidir. Can sıkıntısı, ciddi bir sağlık sorunu, bir işlev eksikliği kadar hatta bazen daha da fazla kişinin yaşama enerjisini, isteğini alıp götürmekte bütün imkânlar kullanılamaz hale gelmektedir. Kişide iç huzuru, neşe, gönül genişliği olduğunda ise sağlık sorunları imkân eksikliği gibi engelleri daha kolay aşmaktadır.

Can sıkıntısı olan kişiye bir şey söyleyebilmek, yardımcı olmak için önce onu anlamak dinlemek gerekir. Eğer can sıkıntısı çeken kendimiz isek kendimizi anlamamız gerekecektir. Can sıkıntısı bir nevi gönül ağrısıdır. Ağrı biyolojik bütünlüğümüzü tehdit eden durumların farkına varmamızı sağlayan bir sinyaldir. Bedensel hastalıklarımızın en önemli belirtisi olduğu gibi ruhsal sıkıntılarımızın bedene yansımasını da gösteren ağrıyı kişi tanımadıkça organik sorununun tespit edilmesi çok kolay olmamaktadır. Ağrı uyuşma şeklinde mi zonklayıcı mı, sürekli mi, zaman zaman mı bütün bunların doğru bir şekilde tanımlanması tıp uzmanını doğru bir şekilde yönlendirmektedir. Aynı şekilde kişi can sıkıntısı olarak tarif ettiği durumu ne kadar iyi belirlerse bu durumdan o kadar kolay kurtulabilecektir. Bazen kişi hiçbir şey yapmak istemez, yalnız kalmak, düşünmek kendini tanımak ister. Kendi kendine kalıp düşünmek, manevi bir hal içinde olduğunda tefekkür etmek demektir ki bu hem kişi için bir ihtiyaç hem de bir ibadettir. Tefekkür etmeden kişi ne imanının tam farkındadır ne de ibadetlerini şuurlu bir şekilde yapabilir.

Bu sebeple anne-babaların da gençlerin de sürekli bir şeyler yapma konusunda ifrat ve tefritten kaçmaları gerekmektedir. Gençlerin büyük bir kısmı can sıkıntısından kurtulmak için müzik, film, sosyal medya, cep telefonu gibi teknolojik vasıtaları kullanıyorlar. Halbuki bunlardan belli bir program dâhilinde yararlanılmadığı takdirde kişiye geçici bir rahatlık sağlamakta, bir nevi sıkıntısı unutturulmaktadır. Ağrı kesiciler nasıl hastalığı tedavi etmiyor sadece semptomu ortadan kaldırıyorsa can sıkıntısını amaçsız şekilde gidermek de kişinin kendisini tanımasını, kendisini rahatsız eden durumların farkına varmasını, problemlerini belirlemesini dolayısıyla da çözüm bulmasını önlemektedir. Can sıkıntısından muzdarip olan kişinin doğal güzelliklerin olduğu yerlerde bulunması, temiz hava, güneş ışığı güzel manzaralardan istifade edip tabiattaki mahlûkatın yaşayışını ibret alarak izlemesi ise geçici değil kalıcı bir rahatlık sağlamaktadır. Doğal ortamlarda bulunmak hayattan zevk almayı, hayatın anlamını hissetmeyi kolaylaştırmaktadır.

Ruhun daralma ve genişleme halleri bilinmeli

Can sıkıntısı aşırı kaygı, depresyon, stres ve yorgunluktansa tedavi ya da psikolojik destek gerektirdiği gibi kişinin manen kuvvetli olması da sebep ne olursa olsun can sıkıntısından kurtulmasını kolaylaştırmaktadır. Kişinin ruhun kabz ve bast (daralma ve genişleme) hallerini bilmesi de manevi yönden kendisini geliştirmesi için bir kapı aralamakta ve can sıkıntısına çare olmaktadır. Dua, hataların şuurunda olup tövbe etme, zikir tefekkür gibi yollarla kabz halinden kurtulmaya çalışmak, kabz halinin bir imtihan olup bu haldeyken yapılan ibadetlerin daha kıymetli olduğunu bilmek de kişiyi manen güçlendirerek ruh ve beden sağlığı ile ilgili sıkıntılarından daha çabuk kurtulmasını sağlamaktadır. Din ve tasavvuf büyüklerinin hayatlarından örnekler sunmak, gezilerimizde manevi huzurlarına giderek ziyaretlerinde bulunmak can sıkıntısına çare olacak ruhsal doyum için uygun zemin oluşturmaktadır.

ZAMAN