6 Aralık 2015 Pazar

Hiperaktivite belirtileri 3 yaşında ortaya çıkmaya başlıyor

Okul, aile hayatı ve sosyal ilişkileri olumsuz yönde etkileyebilen hiperaktivitenin, erken teşhis ve tedavisi büyük önem taşıyor. Uzmanlar, özellikle erken çocukluk döneminde ortaya çıkan dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu belirtilerinin 3 yaş civarında ortaya çıktığını vurguladı.
Memorial Hizmet Hastanesi Psikoloji Bölümü'nden Uz. Psi. Sevda Sevimli Yurtseven, dikkat eksikliği hakkında bilgi verdi.Hiperaktivite bozukluğu belirtilerinin 3 yaş civarında ortaya çıktığını söyleyen Yurtseven, "Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, erken çocukluk yıllarında başlayan bir hastalıktır. Rahatsızlığın temel özelliği, kalıcı ve sürekli olan dikkat süresinin kısalığı, engellenmeye yönelik deneyim eksikliği nedeniyle davranışlarda ortaya çıkan ataklık ve huzursuzluktur. Belirtiler genellikle 3 yaş civarı ortaya çıkmakla birlikte tanı ilkokul yıllarında konulur. Ancak son dönemde testlerin de gelişmesi ile birlikte ilkokula kadar olan sürede dikkat eksikliği ve hiperaktivite daha kolay belirlenebilmektedir." dedi.
Okul hayatının başlamasıyla belirtiler belirginleşiyor
"Dikkat eksikliği problemi olan çocukların önemli bir kısmı 'bunu isteyerek yapıyor' diye düşünülerek gereksiz zorlamalara ve baskıya maruz kalabilmektedir. Bu sorun, özellikle okul hayatının başlamasıyla belirginleşir. Erken tanı, çocuğa nasıl yardım edileceğini anlama ve destek olma açısından önemlidir. Çocuk bu sayede yaramaz etiketi almamış, olumsuz davranışlara maruz kalmamış ve eğitimin temeli zayıf atılmamış olur." diye konuştu.
"Dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan çocuklar, genellikle agresif bir yapı sergiler ve kaygı bozukluğu olur. Bu çocuklar; karşı gelme davranışlarının yüksek olmasının yanı sıra düşük toleranslı olmaları, inatçılık ve azalmış güven duyguları nedeniyle arkadaşları tarafından reddedilme sorunları yaşarlar." şeklinde konuştu.
Hiperaktivite ve diğer bozuklukların belirtileri:
• Aşırı hareketlilik ve kıvranma.
• Yerinde oturmada güçlük.

• Çok konuşma...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_hiperaktivite-belirtileri-3-yasinda-ortaya-cikmaya-basliyor_2330799.html

19 Kasım 2015 Perşembe

'Zeytin çekirdeği yutmak faydalı' diyenlere kanmayın

Zeytin, sağlık için son derece faydalı bir bitki. Peki çekirdeği? Son zamanlarda birçok kişi zeytin çekirdeğinin mide, bağırsak ve hemoroite iyi geldiğini düşünüyor. Bu kanaate internette dolaşan bir yazı sebep oldu. Kimliği belirsiz birinin 'zeytin çekirdeği yutuyorum, hemoroit ve mide sorunum kalmadı.
Siz de kahvaltıda çekirdekleri atmayın yutun' önerisi e-postalar arasında dolaşıyor. Hatta Kocaeli'nden bir tüccar zeytin çekirdeğini toz haline getirip aktarlarda satmaya başladı.

Herkesin dilinde olan bu mucizenin (!) gerçekten faydalı olup olmadığını uzmanlara sorduk. Tıbbi bitkiler uzmanı Prof. Dr. Kerim Alpınar da son günlerde konuyla ilgili onlarca soruya muhatap olmuş. Çok sayıda insanın zeytin çekirdeği yuttuğuna tanık olmuş. Alpınar, zeytin çekirdeği yutmanın hiçbir faydası olmadığını, bilakis zararlı olduğunu vurguluyor. e-postada yazdığı gibi çok sayıda zeytin çekirdeğinin yutulmasının bir felakete yol açabileceğini söyleyen Alpınar'a genel cerrah Cenap Şirin de hak veriyor. Bugüne kadar 14 bin hemoroit hastası tedavi eden Şirin bunu şöyle açıklıyor: "Zeytin çekirdeğinin iki ucu da sivridir ve çekirdeği mide öğütemez...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_zeytin-cekirdegi-yutmak-faydali-diyenlere-kanmayin_840193.html

11 Kasım 2015 Çarşamba

Çay ve kahve içme alışkanlıklarınızı değiştirin

Çok fazla çay ve kahve içmek, vücudumuzun fizyolojik çalışmasında aksaklıklar oluşturur. Vücudumuz, çalışabilmek için suya ihtiyaç duyar fakat biz susadıkça suyun yerine sıvı içeceklerden içersek, bu içecekleri vücudumuz su gibi kullanamaz hatta bu içecekler su isteğini de azalttığı için çalışma bile yavaşlatabilir. Ayrıca çok fazla çay ve kahve tüketiminde vücudumuzda ödem oluşabilir.
Bizim önerimiz mümkün olduğunca susadığınızda suyu tercih edin. Eğer susamıyor iseniz su yerine geçen içeceklerden uzaklaşaraksusama isteğinin tekrar oluşmasını bekleyin. Susama isteği yoksa kesinlikle çok fazla su içmenizi önermiyoruz. Genelde “Günde en az 2–3 litre su için” diye önerilir. Fakat su isteği vücudun çalışmasının bir göstergesidir. Bu nedenle çocuklar büyüme çağında çok susarlar ve annelerinden sürekli su isterler. Su istemeyen bir beden çalışmıyor demektir. İlk yapacağınız önlem su yerine içilen içecekleri azaltıp, suya yönlenmeyi beklemektir.
Her kahve ve çay sonrası 1 bardak su
Eğer çay ve kahve sizin için olmazsa olmazlardan ise o zaman alın size bir taktik. Bugünden başlayarak her gün içtiğiniz bir bardak çayın sonrası 1 bardak suyu içmeden sakın 2. bardak çay veya kahveyi içmeyin. Merak etmeyin 1-2 gün içerisinde susayan ve su isteyen bir bünyeye sahip olacaksınız.
Bir not ise yoğun iş temposu olan kişilere: Eğer çok sık ziyaretçiniz oluyor ve onlar ile birlikte iş gereği çok fazla çay ve kahve tüketmek zorunda kalıyorsanız; ısmarladığınız her çay veya kahvenin yanında bir büyük bardak su da isteyin ve misafirinizle sohbet ederken çay, kahve yerine suyunuzu yudumlayın. Merak etmeyin misafiriniz kahvenizi bitirmediniz diye size darılmaz. Böylece tüm kahveyi içmek yerine bir iki yudum ile durumu kurtarırsınız.
Hatta bir özellik daha yaratın ve misafirinize “Ne içersiniz” diye sorduğunuzda “Yanında su da alır mısınız” diye bir sorun. Hiç olmazsa misafirlerinizin de su içmelerine vesile olursunuz.
Yemeğin yanında ne içmeli?
Yemek yerken mutlaka sıvı bir içecek de tüketmek isteriz. Yediğimiz lokmaların daha kolay çiğnenmesi, sindirim sisteminin de daha rahat çalışabilmesi için içecek önemlidir. Eğer yemek yiyoruz fakat herhangi bir içecek içmek istemiyorsak sadece içmemiz gerekir diye içmek, tam tersi sindirim sistemimizin çalışmasını güçleştirir. Yemek konusunda davranışlarımız bedenimizin hissettiğiyle paralel olmalıdır...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_cay-ve-kahve-icme-aliskanliklarinizi-degistirin_2326885.html


8 Kasım 2015 Pazar

Göz Sağlığını Korumanın 7 Etkili Yolu

Bulanık görme, gözde yanma, kuruluk hissi, sulanma, kızarıklık, gözleri kısarak bakma, odaklama zorluğu, çift görme ve ışık hassasiyeti gibi şikâyetlerle kendini gösteren göz yorgunluğu, ofis çalışanlarının en sık karşılaştığı sorunların başında geliyor.
Op. Dr. Neslihan Astam, düzenli göz muayenesi ve bilgisayar ekranlarının doğru kullanılmasının göz problemlerini engelleyebileceğini söyledi.
Gözyaşı fonksiyonlarınızı ölçtürün:Gözyaşı fonksiyonları çeşitli testlerle değerlendirilerek, ekran kullanımı sırasında suni gözyaşı içeren göz damlaları kullanılması kuruluğa bağlı şikâyetlerin ortadan kalkmasını sağlayabilir.
Gözünüzü bilinçli olarak kırpın: Ekrana bakarken gözler sık sık göz kırpılarak, göz yüzeyinin nemlenmesi sağlanarak kuruluk ya da aşırı sulanma azaltılabilir.
Göz muayenelerinizi ihmal etmeyin: Net görüşü engelleyen hipermetropi, miyopi, astigmatisma gibi kırma kusurları, göz hareketlerini etkileyen şaşılık ya da kayma gibi kas fonksiyonlarıyla diğer göz hastalıklarının olup olmadığının tespiti amaçlı muayenenin yılda bir kez tekrarlanması önemlidir.
Doğru gözlük seçimi önemli: Gözlük kullanılıyorsa, numarası kullanılan ekran mesafesine göre belirlenmeli ya da çok odaklı gözlüklerle uygun numarada bakış sağlanmalıdır.
Ortam aydınlatması doğru yapılmalı: Ekran ışık düzeyinden yüksek aşırı parlak aydınlatma kullanılmamalıdır. Ekranda dış ortam yansımalarının olması engellenmelidir.
Kontakt lens kullanımına dikkat: Kontak lens varken bilgisayara odaklanarak dikkatli bakmak, göz kırpma sayısının azalması, kuruluk ve batma problemlerinin daha da artmasına sebep olur. Ekrana bakarak çalışırken kontakt lens yerine gözlük tercih edin.
Ekran mesafesini koruyun: Ofiste kullanılan bilgisayar ekranının uzaklığı ortalama 50-60 cm ve yüksekliği göz seviyesinde olmalıdır.
meydan gazetesi

7 Mart 2015 Cumartesi

efeler: Sıkıntıya düşen yakınındaki masuma saldırıyor, adı...

efeler: Sıkıntıya düşen yakınındaki masuma saldırıyor, adı...: Türkiye’de son bir yılda 100’den fazla cinnet vakası yaşandı. Birçok kişinin hayatını kaybettiği olaylarda erkekler baş aktör olurken, mağd...

Sıkıntıya düşen yakınındaki masuma saldırıyor, adı cinnet oluyor

Türkiye’de son bir yılda 100’den fazla cinnet vakası yaşandı. Birçok kişinin hayatını kaybettiği olaylarda erkekler baş aktör olurken, mağdurlar ise çoğunlukla çocuk ve kadın gibi masumlar oluyor. Bağımlılık ve psikolojik hastalıklar dışındaki olayların cinnet olmadığını belirten uzmanlar, cinnetin önceden belirti verdiğine dikkat çekiyor.
Son yıllarda en sık duyulan cinayet haberleri, cinnet başlığı altında topluma yansıyor. Faillerin genellikle erkek olduğu bu olaylarda cinnetin sebebi kimi zaman işyerinde yaşanan problemler, kimi zaman kredi borcu, işsizlik gibi geçim sıkıntısı bazen de geniş aile içindeki sıkıntılar. Yaşanan cinayet ve şiddetin hedefi ise genellikle kadın, çocuk gibi olayla hiç ilgisi olmayan, en yakınındaki masum ve zayıf insanlar oluyor. Ancak geçtiğimiz bir yılda yaşanan yüzlerce olayda olduğu gibi adı, cinnet olarak kayda geçiyor. En son Ağrı’da yaşanan bir askerin 3 arkadaşını şehit etmesi ve Kahramanmaraş’ta hamile eşini ve 5 yaşındaki kızını öldüren baba bunlardan sadece ikisi.

Kişiyi cinnet haline şizofreni, uyuşturucu ve alkol kullanımı ve psikotik depresyonun sokabileceğini kaydeden psikiyatrist Prof. İlhan Yargıç, “Psikotik bir insan, bir şizofreni hastası, hezeyanları var ve sesler duyuyorsa bunların etkisiyle yapabilir. Ancak bir anda her şey güllük gülistanlık iken ve şizofreni ya da diğer psikiyatrik hastalıklara dair hiçbir belirti vermezken, bir cinayetle hastalığın kendini göstermesi söz konusu değildir. Cinnet getiren insanın psikolojisinin sağlıklı olmadığı daha önce de anlaşılabilir. Böyle şiddet potansiyeli gösteren kişilerin, yapacağı eylemi önceden etrafındakilere söylediğini ortaya koyan araştırmalar var. Yapacak olsa söylemezdi diye düşünmemek lazım. Çok dikkat etmeli ve profesyonel yardım almalı.” diyor...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_sikintiya-dusen-yakinindaki-masuma-saldiriyor-adi-cinnet-oluyor_2281126.html

25 Şubat 2015 Çarşamba

Aile içi işlenen şiddet ve suç, saklanmamalı

Geçen hafta Özgecan’ın hunharca öldürülmesiyle milletçe paylaştığımız acının büyüklüğü başka acılar yaşamamak için ne yapmalıyız sorusunu da beraberinde getiriyor. Şiddet ve şiddetle ilişkili suçlar hepimizin bildiği gibi bütün dünyada insanlığın en ciddi sorunlarından biri. Şiddet ve istismarın daha fazla acıya sebep olmaması için hepimize bundan daha fazla sorumluluk düşüyor. Manevi değerlere bağlı yaşanmasının şiddeti saldırganlığı istismarı önleyici etkisi biliniyor. Fakat sorunun temelinde yatan kişilik bozuklukları ve ahlaki gelişim sorunları kişinin manevi değerlere bağlılığını da zorlaştırıyor.
Başka bireylerin sınırlarını ihlal etme önce aile ile ilgili sorunlarla ilişkilidir. Çünkü kişilik aile içinde şekilleniyor. Kişilikte var olan özellikler aile içinde gelişiyor veya bozuluyor. Bunun için de bireyin iki temel ihtiyacı var güven ve sevgi. Kişi empatiyi, şefkat ve merhamet göstermeyi de, saldırgan davranışlardan uzak olmayı da aile içinde güzel ahlak eğitimiyle öğreniyor.  Öfke, şiddet, dürtü problemi olan kişiler bazen kişinin en yakınları arasındadır. Çocuklarında gençlerinde davranış bozuklukları olan anne-babalar, çocuklarını yetiştirirken yaptıkları hatalarını görmeye çalışmalı, gerekirse bunu onlarla paylaşmalı, problemlerine çözüm bulmaya çalışmalıdır...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_aile-ici-islenen-siddet-ve-suc-saklanmamali_2280157.html