Popüler Yayınlar

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Dijital Şiddet



Kızılderili reisi Seattle, bundan yaklaşık bir buçuk asır önce Washington bölge valisi Isaac Stevens'a şöyle seslenmişti :"Beyaz Adam'ın bizim hayat tarzımızı anlayamadığını biliyoruz. Onun görüşüne göre, bütün topraklar birbirine benzer. Gece gelip topraktan ihtiyaçlarını alan bir yabancıdır o. Toprak onun kardeşi değil, düşmanıdır; bir kere fethedince devam eder yoluna. Toprağa aldırmaz bile, babasının mezarını da unutur, çocuklarının mirasını da. Anası olan toprağı ve kardeşi olan gökyüzünü birer mal gibi görür. Doymak bilmez açlığı, bir gün toprağı tüketecek ve geriye bir çöl kalacak yalnızca." 

Reis Seattle'in bilmediği şey, oyunun kuralının daha en başından belirlenmiş olmasıydı. Nitekim o da bu direnişini sonuna kadar sürdüremedi ve vahşi kapitalizme teslim oldu. Reis ve savaşçıları önce gerçek hayattan silindiler, sonra da Hollywood ve çizgi romanlar marifetiyle figüranlaştırılıp zihinlerde mahkûm edildiler. Dünya, Kızılderilileri iptidaî, vahşi ve acımasız olarak tanıdı. Onlar medenî dünyadan göç ederek topraklarına yerleşen kişiler karşısında hep iptidaî ve bu topraklara sahip olamayacak kadar liyâkatsiz gösterildiler ve tanıtıldılar.

Montaigne, 1580'de yazdığı Denemeler'deki, “Birinin Kazancı, Diğerinin Kaybıdır” başlıklı yazısında, siyah-beyaz zıtlığı içinde iki kutuplu dünya anlayışını kaçınılmaz bir kaide olarak anlatır. Bu anlayış insanlık tarihi kadar eski sayılmaktadır. Tarihî süreçte insanlar, devletler ve medeniyetler arasında sürekli olarak tek yönlü bir "var olmak için yok etmek" anlayışı hâkim olmuştur. Gerçekten de birinin varlığını, kendisi açısından tehlikeli görme; yaşamayı ve var olmayı bir başkasının yok olması ve ortadan kaldırılması üzerine kurma anlayışı, fertlerden ırklara, kültürlere, devletlere kadar farklı ölçeklerde hâkim bir felsefe haline gelmiştir. Gerek insanlar, gerekse devletler ve medeniyetler arası çatışmalarda, "öteki"ni ortadan kaldırma anlayışı, modern dünyanın insanı ve insanlığa ait değerleri ön plâna çıkarıp yüceltmesine(!) rağmen devam etmektedir. Yeni bin yılda modern dünyada, çevreye ve insana ait değerlerin önem kazanması, hukuk, sağlık ve eğitim gibi alanların hassasiyetle takip edilmesi ile aynı süreçte "acımasızca yok etmeyi tabiîleştirme" gayretleri, çok büyük bir tezat teşkil etmektedir.

Artık "birini yok etme zevki"(!) daha küçük yaşlarda, ilköğretim öncesine kadar (ülkemizde Şubat, 2004'te 4,5 yaşındaki çocuğun, bebeklik çağındaki kardeşini öldürmesi hâdisesi ibretlik bir örnektir) taşınmakta ve dijital ortamlarda, "Yok et onu!", "Öldür onu oğlum!", "Bitir işini!" naraları arasında beyinlere işlenmektedir. Çocuklar ve yetişkinler arasında yaygınlaşan bilgisayar oyunları ve son yıllarda gişe rekorları kıran (ne yazık ki izleyicilerinin büyük kısmını çocukların oluşturduğu) filmlerde bu sözler çok sık tekrarlanmaktadır. Bu husus, özellikle çocukları psikolojik olarak kaba kuvvete ve "öteki”ni yok etmeye davet eden bir mantığa dayanmaktadır. Bir başkasını ortadan kaldırıp güya onun bedenine girerek güç kazanma ve bir başkasını da kendine katma anlayışı, artık sadece mitolojilerde değil, sokaklarda satılan kitaplarda ve sinemalarda kapalı gişe oynayan filmlerde karşımıza çıkıyor. İşte kitabı satış rekorları ve filmleri gişe rekorları kıran Harry Potter'dan bu anlayışı sergileyen birkaç örnek: 
"Kendini kurtarmak için tertemiz, savunmasız birini öldürürsün, dudaklarına onun kanı değer değmez de yarım yamalak, lanetli bir yaşam sürdürürsün." (Harry Potter ve Felsefe Taşı, 297) (...) "Gölgeden, buhurdan başka bir şey değilim... Ancak bir başkasının bedenini paylaşırsam bir biçim alabiliyorum..." (s.335)(...)"Harry Potter'ın kanını istiyordum. On üç yıl önce benden gücümü almış olanın kanını istiyordum..."(Harry Potter ve Ateş Kadehi, s.769) 

'Bir başkasının bedenini paylaşmak', 'kendini kurtarmak için tertemiz, savunmasız birini öldürmek ve kanını içmek', 'kanla güç kazanmak' gibi ifadeler, bir yönüyle Satanizm'i ve Satanist ritüelleri hatırlatırken, bir yandan da "şiddet yoluyla başka birini ortadan kaldırıp, güç kazanarak kendi varlığını bir başkasını sömürerek sürdürmeyi" benimsemiş bir zihniyeti yansıtmaktadır. Bu zihniyete, fert plânında olduğu kadar, devletler ve medeniyetler plânında da rastlanabilir. 

Çocuklara eğitici zekâ oyunları yerine, iki kişinin birbirini yok ettiği ve yaşamak için karşısındakini ortadan kaldırma kurgusu üzerine kurulmuş oyunları sunma, bir art niyet eseri değilse bile, kötü bir eğitim anlayışının neticesi sayılmalıdır. Ama en önemlisi, gelecek nesillerin saldırgan liderleri, vicdanlarını daha kolay susturabilecekler ve bu tavırlarını (kendi iç dünyalarındaki kabullerle mukayese ederek) daha rahat sergileyebileceklerdir. 

Böylece şiddet yoluyla birilerini ortadan kaldırmak, millî bir heyecan oluşturarak, ilk önce küreselleştirilen dünya çocuklarının zihinlerinde bir anlam kazanacaktır. Her çocuk bilgisayarın başına geçip aslında kendi ülkesi ve medeniyetiyle hiç de ilgisi olmayan bir misyonu üstlenmiş olacaktır. Aktörlerin değişmesi halinde, yeni stratejilerin ortaya çıkaracağı "düşmanlar" için de, yeni CD'lerin hazırlanması ve çocukların büyük bir heyecanla yeni düşmanları, dijital ortamda sırtlarına ağır makinalı tüfekleri alarak ortadan kaldırması artık tabiîleşecektir.

Unutmamak lâzım ki, saldırganlık meyelanı her insanda değişik seviyelerde mevcut olmakla beraber, bu meyelan, hakkı savunmada kullanılmak üzere eğitilebileceği gibi, insanlara zulüm ve şiddet olarak da geri dönebilir. Çocuklarda saldırganlık eğilimi yüksekse, 'niyetsiz öğrenilen' bir davranış olarak kendini gösterir. Riches'a (1989:12) göre, sözlü veya fizikî şiddeti normal bir alışkanlık ve hayat tarzı olarak algılayıp uygulayanlardan ziyade, buna maruz kalanların üzerindeki yıkıcı tesirlere bakarak tarif ve tespit etmek daha anlaşılır bir yaklaşımdır.

Çocukların medyada maruz kaldıkları şiddet, masum kimlikli oyun kahramanları ve maskotlar, masal kahramanları, oyun kartları ve çıkartmalara kadar birçok vasıtayla yayılmaktadır. "Pokemon" kelimesinin açılımı olan "pocket monster", "cep canavarı"; "Dijimon" kelimesinin açılımı olan "digital monster" ise "dijital canavar" mânâsına gelmektedir. Satranca benzeyen pokemon oyununda, rakibini zehirli gazla uyutup yenen gaz pokemonu Haunter, biyolojik savaşları çocuk dünyasına tanıtan bir nitelik de taşımaktadır. Böylece çocuklar, farklı 'öldürme' biçimlerini yine bu tür oyunlar vasıtasıyla öğrenebilmektedir. RTÜK'ün Pokemon'u yasaklaması, bir fayda vermedi aslında. Çünkü vahşi kapitalizm oyunu daha büyük bir oyundu ve her seferinde tüketim kölelerine yeni alternatifler sunma pratiği üzerine kurulmuştu. Nitekim Pokemonlar'ın yasaklanmasından sonra, sahneye Dijimonlar çıkıverdi. Esasen adı ve niteliği ne olursa olsun, şiddet içeren her unsur, bir niyetsiz öğrenme (şuuraltı beslenmesi) ve şiddetle beslenme tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Çocukların zaman zaman dijital ortamlardan gerçek hayata çıkmaları ve okullarda pompalı tüfeklerle katliamlar yapmaları da, şiddetle beslenmenin tabiî bir neticesi olarak değerlendirilebilir. 

Bir savaş kahramanı tipini temsil eden Rambo'nun gerçekleştirdiği misyon, pratik ve ferdî bir ilgi alanı olarak çocuklar arasında, kahramanlık ve cesaret gösterisiyle daha geniş bir kesime yayılmıştır. Bu misyonda şiddet, oyunun bir parçası değil, bizzat kendisidir. Rambo'nun ön plâna çıkarılması, ferdî şiddeti ve ferdin karşısındakini cezalandırabilme kâbiliyet ve hakkını da gündeme getirmektedir. Rambo, tek başına birini veya birilerini cezalandırabiliyorsa, o halde toplumu düzenleyen kanunlar ve sınırlamalar ne olursa olsun, kişinin hakkını şiddetle savunması ve şahsî adaleti bir öç alma tavrıyla uygulama hakkı da mâzur görülmektedir. Böyle bir anlayış pekâla, "intihar eylemleri"ne kalkışarak "toplum adına kurban olmayı kabullenme" ve böylece "ceza verme yetkisini fert olarak üstlenme" tavrını da doğurabilecektir. Öyle ya Rambo'nun yaptığı da (üstelik çağdaş hukuk düzeninde), ferdî cezalandırma ve adaleti tek başına uygulamaya girmiyor mu?! 

O halde pekâla bir ülkenin, devletler arası hukuk ve dünyadaki çağdaş adalet sistemi dışında hareket ederek tek başına başka bir ülkeyi cezalandırma hakkını meşrulaştırması da aynı mantık içerisinde değerlendirilebilir.

Çocukları şiddete davet eden ve düşmanı füzelerle yok ederek bir avuç küle çeviren CD oyunları ve süper güçlerin geniş finans desteğiyle hazırlanmış filmler, "affetmeyen, bağışlamayan ve hoş görmeyen" kahramanlarıyla, olumsuz tipler ve örnekler sunmaktadır. 

Ruhlara anarşizmin tohumlarını yerleştiren bu tür CD oyunları ve filmleri, saldırganlığa da meşru savunma görüntüsü vererek "gücü elinde bulunduran" otoriteleri haklı gösterme felsefesini içermektedir. Seçilen düşman, diğer medya araçlarıyla da olumsuzlandığına göre, onu "yok etme" görevi, büyük gücün yanında yer alarak yerine getirebilir. 

Görünüşte eğlenceden ibaret olan şiddet muhtevalı oyunlar, bir süre sonra artık karşılıklı iki çocuğun oynadığı heyecanlı bir oyundan öte, rekabeti "birbirini yok etme" ve "diğerini ortadan kaldırma" olarak algılayan bir zihniyete dönüşmektedir. Çocukların karşılıklı bıçak ve silahlarla dijital ortamda yaptıkları mücadele, "Ayağından vurdum seni, kana baksana!", "Oh alnından mıhladım!", "Bıçağı sırtına sapladım!", "Öldün oğlum sen!" karşılıklı sözleriyle, âdeta gerçek bir hâdiseye dönüşmektedir. Şiddeti şuuraltına yerleştiren ve onu bir "gizli kimlik" haline getiren bu tür eğitim anlayışları, aslında çocukları, gelecek nesilleri politik çıkarların ve bencil düşüncelerin kurbanı haline getirmektedir. Bugün şiddete destek veren bütün büyük-küçük devletlerin, şiddet eksenli politikalar uygulayan liderlerinin yaptıklarını doğru bulmaları, ne yazık ki şiddetle beslenmiş bir toplum projesinin gerçekleşmiş olduğu konusunda ip uçları taşımaktadır.

Kötü yaratıkların cezalarını görmediği, oyunun bir türlü sona ermediği ve kötülerin daima ayakta kaldığı bir dünyayı dayatan bu tür filmler, ne yazık ki çocukların psikolojik gelişmelerine de olumsuz tesir etmektedir. Çocuklara yönelik şiddet muhtevalı filmlerde, öldürmenin bütün biçimleri gösterildiği gibi, işkence de sıradan bir uygulama olarak sunulmaktadır. Günümüzde, siyasî ve sosyal olayları, uluslar arası meseleleri, serinkanlı, yapıcı ve karşılıklı güven yerine, şiddet ve baskıyla çözmeye çalışan çevreler, bir bakıma müşahede altına alınarak tedaviye tâbi tutulmaları gereken vak'alar olarak algılanmalıdır. 

Medeniyetler çatışması ve dünya hakimiyeti tezleri üzerine kurulu politikalar, sevgiyi, hoşgörü kültürünü ve "öteki”ni olduğu gibi kabullenme anlayışını, istenmeyen değerler olarak görür. Aşkın gücü ve sevginin değeri yerine, şiddeti, kaba kuvveti ve yok etmeyi vazgeçilmez bir unsur olarak işleyen Hollywood, son yıllarda dijital şiddetin en önemli kaynağı haline gelmiştir. Şiddetin şiddeti doğuracağı gerçeği, manzaranın daha da korkunç bir hal alabileceğini göstermektedir. Bu filmin mutlu sonla bitmesi, ancak ve ancak "gönül eğitimli" ve "sevgi eksenli" iyilerin çoğalması, "öteki"nin de bir Hak yapısı olarak algılandığı, sevgi ve hoşgörü kültürünün hâkim kılınmasıyla mümkün olabilir. 


__________________

Kaynaklar
- Ahmet Ertuğrul, Harry Potter Çılgınlığı, Kaynak Yay., İst. 2002
- Arnd Stein, Saldırgan Çocuk, Çev: Nükhet Polat, Papirüs Yay., İst. 1997
- David Riches (yayına hazırlayan), Antropolojik Açıdan Şiddet, Çev: Dilek Hattatoğlu, İst. 1989
- Michel de Montaigne, Bütün Denemeler I, Çev.: Erol Esençay, İst. 1983
- Özcan Köknel, Bireysel ve Toplumsal Şiddet, 2.bs., İst. 2000
- Seattle, Kızılderili Şefin Bildirgesi, Türkçesi: Sibel Özbudun, 2. bs.,Ütopya Yay., Ank. 2000

27 Temmuz 2012 Cuma

Şeker hastaları çikolata yiyebilir mi?


Amerikan Hastanesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü'nden Dr. Sinan Tanyolaç 'ın verdiği bilgilere göre, şeker hastalığı günümüzde sıklığı hızla artmakta olan önemli bir hastalıktır. Son yapılan çalışmada ülkemizde her 9 kişiden birinde bu hastalık bulunmakta ve önümüzdeki 25 sene içerisinde bu hastalığın her 4 kişiden birinde görüleceği tahmin edilmektedir.

Şeker hastalığının tedavisinde en önemli unsur diyettir. Yaşam biçiminin düzenlenmesi ve günlük kalori alımının kısıtlanması tedavinin esasını ve başarısını oluşturmaktadır. Diyet içeriği kişiden kişiye göre değişmekte, temel olan alınan kalorinin harcanan kaloriden az olmasıdır.

Düşük karbonhidratlı diyetler, yağdan fakir diyetlere göre kısa dönemde daha fazla kilo kaybına neden olmakta, kan şekeri ve kan yağları seviyelerinde azalma göstermektedir. Fakat uzun dönemde bakıldığında piyasada önerilen diyetlerin hiçbirisinin birbirinden anlamlı olarak bir farkının olmadığı anlaşılmıştır.

Yoyo Diyeti Nasıl Oluyor?

Günlük gıda alımında yukarıda belirtilen diyetlerdeki kesin sınırlamalar (bir gıda maddesi grubunun kesinlikle tüketiminin yasaklanması) bir süre sonra hastaların diyete uyumunu zorlaştırmaktadır. Diyete ilk başlayan hastalarda yüksek motivasyon ile kısa süreli kilo kaybı gözlenmekte fakat motivasyonun azalması ile birlikte verilen kilolar geri alınmaktadır. Bu tarz diyetlere "yoyo" diyetleri adı verilmektedir.

Çok Tatlı Yemek Şeker Hastalığı Riskini Artırır mı?

Toplumda yanlış bilinen bol şekerli tatlılar ve çikolatanın tüketilmesi şeker hastalığına yol açar inanışı son yapılan araştırmalar ile çürütülmüştür. Özellikle çikolata antioksidan maddeler içermesi nedeniyle artık şeker hastalarının kesinlikle yenmesi yasak listesinde değildir. Aksine vücuttaki oksitlenmeyi önleyen epicatechin adlı madde çikolata da bulunmaktadır
.
Hangi Çikolata Tüketilmeli?

Yapılan bir çalışma, günde 100gr bitter çikolata verilen sağlıklı kişilerde verilmeyen gruba göre damar genişlemesinden sorumlu nitrik oksit salınımının daha fazla arttığını göstermiştir. Bu kişilerin aynı zamanda kolesterol düzeylerinde iyileşme ve insülin direncinde kırılma gözlemlenmiştir.

Yukarıda sayılan iyi etkilerin kakao miktarı ile alakalı olduğu düşünülmektedir. Yine bir çalışmada yüksek tansiyonu olan hastalar 2 gruba ayrılıp bir gruba yüksek kakao içeren bitter çikolata, diğer gruba beyaz çikolata verilmiş. Beyaz çikolata verilen grupta herhangi bir etki gözlenmezken, bitter çikolata verilen gruptaki hastaların tansiyon, şeker, kolesterol gibi parametrelerinde iyileşme olduğu görülmüş.

Sonuç olarak günlük kalori ihtiyacı düzeyini aşmamak şartı ile şeker hastalarının bitter çikolata yemelerinde bir sakınca yoktur.

26 Temmuz 2012 Perşembe

Üç Kardeşler'in İlme Katkıları



Milâdî dokuzuncu asırda, basınçlı hava ile çalışan mekanik sistemlerin hareket ve kontrolünü inceleyen çalışmalarıyla tanınan Muhammed, Ahmed ve Hasan kardeşler, Üç Kardeşler olarak tarihe geçmişlerdir. Üç Kardeşler, Abbasi Halifesi Me'mun ve onu izleyen halifeler zamanında ilim ve teknolojide aktif rol oynamışlardır. Babaları Horasanlı Musa Bin Şakir, önemli bir astronom ve matematikçidir. Çalışmalarıyla Halife Me'mun'un dikkatini çeken Musa Bin Şakir'in vefatından sonra, çocuklarının (Üç Kardeşler'in) yetiştirilmesi işini, Halife Me'mun üzerine alır. Üç Kardeşler eğitimlerine Beytü'l-Hikme'nin müdürü olan Yahya bin Ebu Mansur'un yanında devam ederler. Üç Kardeşler burada, El' Hıvarizmi ve Siddhanta'nın icmalini hazırlamış, Batlamyus'un Astronomi Cedvelleri'ni (ziyc) düzeltmiş ve Rönesans'a kadar temel kitap olarak kalan Hesap Sanatı ile El-Cebr adlı eserlerini yazmışlardır.

Üç Kardeşler, Arapçaya çeşitli dillerden eserler tercüme etmişler, yaptıkları keşiflerle de ilim âleminde haklı bir şöhrete kavuşmuşlardır. Onlar, kazançlarının önemli bir kısmını, müspet ilimlerin gelişmesi adına yaptıkları deney ve araştırmalara harcamışlardır. Öyle ki İstanbul'dan büyük meblağlar ödeyerek felsefe, astronomi, matematik ve tıbba ait ilmî kitaplar satın almışlardır. Öte yandan Muhammed, antik el yazmalarını araştırmak için, Yunanistan ve Küçük Asya'yı baştanbaşa gezmiş, Yunanca yazmaların tercümelerinin hazırlanmasına yardımcı olmuştur. 

Kendisinden önce kimsenin çözemediği problemleri çözecek derecede kuvvetli bir zekâ ve muhakemeye sahip Hasan, geometride emsalsiz bir kabiliyet idi. Hasan'ın öncülük ettiği ve kardeşleriyle birlikte yazdığı Kitab-u Ma'rifeti Mesahati'l Eşkali'l-Basita Ve'l-Küriyye ve Kitabü'l-Mahrutat adlı eserler matematik ve geometri tarihi bakımından son derece önemlidir. Bilhassa koni kesitleri ile alâkalı olan Kitabü'l- Mahrutat, Pergeli Apollonios'un konik kesitlere dâir kitabının bazı bölümlerinin tashihi olup, yeni delil, önerme ve teoremlerle donatılmış oldukça güçlü bir çalışmadır. 

Üç Kardeşler, kaleme aldıkları bu eserde bir açının üç eşit parçaya bölünmesinde yeni bir çözüme ulaştıklarını da söylemişlerdir. Bu çözümde onlar matematik tarihinde sonraları daha da geliştirilmiş formdaki Paskal Salyangozu olarak bilinen eğriye dayanmışlardı. Onlar ayrılık gösteren müzakere ve yaklaşım usulleriyle ve farklı harflerin seçimiyle, Yunan örneklerinden olabildiğince uzaklaşmaya gayret göstermiş ve Arşimet tarafından geliştirilen metoda göre daire hesaplamasını başarıyla gerçekleştirmişlerdir. Ayrıca küp kökünü, kübik olmayan bir sayıdan çıkarma işini, seksadesimal (60'lı sayı sistemine dayanan) kesirlerde oldukça kesin hesaplayabilmişlerdir. Diğer yandan üçgenin yüzeyine ilişkin bugün bile kullanılan Heron Teoremi'ni de (Üçgende alan ile ilgili formül olup U formülü olarak ta bilinir) uygulamışlardır. 

Astronomi sahasındaki çalışmaları 
Üç Kardeşler'in astronomi ilminde öne çıkanları, en büyükleri Muhammed'dir. O, diğer astronomlarla Bağdat'taki bir rasathanede dünyanın çevresini ölçme faaliyetlerine girişmiş ve meridyen dairesinin bir derecesini, günümüzdeki ölçümlere çok yakın bir şekilde hesaplamayı başarmıştır. Astronomi ve yıldızlar ilminde haklı bir şöhrete sahip İbn Yunus, kendi çalışmalarında kardeşlerin bu gözlem ve keşiflerini senet kabul etmekten çekinmemiş ve onların tecrübî eserlerini son derece takdir etmiştir. 

Burçlar kuşağının meyl ve sapma derecelerini tespit eden ve yine Ay'ın ilk defa en büyük enlem dairesinin farkını ve büyüklük miktarını gösteren de Üç Kardeşler'dir. Onlar aynı zamanda Batlamyus'un cetvellerini (ziyc) "Denemeler" veya "Me'mun Cetvelleri" adı altında yenileyerek tekrar kayıt altına almışlar ve takvim hesabı için kaynak oluşturmuşlardır. 

Terazi- denge-ölçme ve otomasyon sahasındaki çalışmaları
Otomasyona ilgisi sebebiyle Pnömatik Sistemler ile ilgili çalışmalara kendini adamış olan Ahmed'in gayretleriyle Kitabü'l-Hiyel adında muhteşem bir eser kaleme almışlardır. Bu eserde hava, boşluk ve denge prensiplerini ele alan 100 düzenekten bahsedilmektedir. Bunların 73'ü sihirli ibrik, 15'i suyun seviyesinin sabit tutulmasını sağlayan temel alan araç, 7'si fıskiye, 3'ü lâmba, 1'i kaldıraç ve 1'i de körükten oluşan otomatik kontrol düzenekleridir. Bu eserin yanında Kitab Fi'l?Karastun adındaki çalışma, terazi, denge ve ölçme teorilerinden bahsetmekte ve teknik yönden bugün hâlâ kullanılmaktadır. Bu eserin yazma nüshaları, Topkapı Sarayı 3. Ahmed Kütüphanesi ile Vatikan ve Goethe müzesinde bulunmaktadır.

Buluşları
Gemi değirmeni: Ahşap ve çelikten inşa edilen bu gemi değirmenlerinin her biri, iki çift değirmentaşıyla (su çarkı) donatılarak, nehrin ortasında ve akıntılı bir ortamda çelik zincirlere bağlı olarak kurulmuştur.

Çeneli ekskavatör: Cisimleri sudan kaldırmaya yarayan bir âlettir. Günümüzde bu maksatla üretilen makinelere çok benzerdir. Bu makine şöyle tarif edilir: İçi boş bir silindirin birbirinin aynı olan her iki yarısını imal ederiz. Düzenek dışarıdan takılmış zincirlerle suya sarkıtıldığında, kavrayan silindir açılır. Zemine geldiğinde silindir ortaya takılmış bir zincirle tekrar yukarıya doğru çekilir. Böylece silindir kapanır ve kavradığı nesneleri kıskaca alır. 

Rüzgârda sönmeyen lâmba: Yarım silindir bir ayaklık içerisinde kolaylıkla döndürülebilir bir sisteme lâmba yerleştirilmiştir. Buna sabitlenen pirinç bayrak, hava hareketleri esnasında kapalı tarafla birlikte rüzgâra doğru dönmesini sağlar. Böylelikle ışık hava cereyanı tarafından söndürülemez. Bayrağın hafif hava cereyanında da dönebilmesi için yataklar, kolayca hareketlenecek şekilde yapılmıştır. 

Sıcak ve soğuk suyu nöbetleşe veren otomat mekanik düzenekler: Bu âlet, su akışını iki farklı kaynaktan veya rezervuardan sağlayan ve iki nakil hattının her birinden belirli fasılalarda dönüşümlü olarak sıcak veya soğuk su akıtmaya yarayan bir düzenektir. Bugün bürolarda kullandığımız sıcak-soğuk su makinelerine benzer.

Görüldüğü üzere Üç Kardeşler çalışmaları ile insanlığa faydalı icatlar ortaya koymuşlar ve yaşadıkları asra damgalarını vurmuşlardır. Acaba bizler de devrimizin imkânlarını kullanarak, ilim sahasında çağa kendi ruhumuzun heykelini dikebilecek bir vizyon ve misyona sahip miyiz? 

Kaynaklar
- Fuat Sezgin, İslâm'da Bilim ve Teknik, Cilt, I, III, V, Türkiye Bilimler Akademisi ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Ortak Yayını, Ankara 2007.
- M. Fethullah Gülen, Sükûtun Çığlıkları, s. 66, Nil Yay., 2008. 
- Kazım Çeçen- Atilla Bir, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 450-451, İst. 1992. 
- Abdurrahman Fehmi Efendi, İslâm Medeniyet Tarihi, s. 290, Tercüme: Hüseyin Elmalı-Cüneyt Eren, Yeni Akademi Yayınları, İzmir 2005, 
- Sinan Hünkâr, "Musa'nın Oğulları", Sızıntı, S. 38, Mart 1982.
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/uc-kardesler-in-ilme-katkilari-temmuz-2012.html

22 Temmuz 2012 Pazar

Guatr, radyofrekans ile tedavi ediliyor


Ülkemiz nüfusunun yaklaşık yüzde 40'ında görülen troid nodülleri radyofrekans ile de tedavi ediliyor. Cerrahi tedaviye alternatif olarak uygulanan radyofrekans tedavisi hastaya birçok kolaylık sağlıyor.
Halk arasında çok sık görülen troid nodüllerinin çoğu iyi huylu olmasına ve herhangi bir tedavi gerektirmemesine karşın bazı nodüllerin sayı ve boyutlarının artmasına bağlı olarak nefes borusuna bası, kozmetik problemler gibi sorunlar ortaya çıkabiliyor. Zehirli guatr olarak da bilinen, hormon salınımı yapan nodüllerde, boyuta bakılmaksızın tedavi gerekliliği vardır. Cerrahi tedavi temel yöntem olmakla beraber her hasta için uygun değildir. Diğer yandan cerrahi tedavide sıklıkla troid bezinin tamamı çıkarıldığı için hasta bundan sonraki hayatında devamlı troid hormonu almak zorundadır. Ayrıca cerrahi tedavide ses sinirinin hasar görme ve komşu bezlerin yanlışlıkla alınma ihtimali gibi riskler bulunmaktadır. Troid nodüllerinin Radyofrekans yöntemi ile tedavisinde 1 ay sonra yüzde 30-50, 6 ay sonra ise yüzde 50-80 arasında volüm azalması gerçekleşmektedir. Literatürde yayınlanan makalelerde radyofrekans tedavisi ile nodüllerin yüzde 90'ında en az yüzde 50 oranında volüm azalması gerçekleştiği, hatta yüzde 28 oranında nodülün tamamen kaybolduğu bildirilmektedir.
Radyofrekans işlemi lokal anestezi ile ultrasonografi rehberliği kullanılarak ve hastane yatışı gerekmeden yapılabilmektedir. Troid nodüllerinde radyofrekans tedavisi, cerrahi tedaviyi kabul etmeyen veya cerrahi tedaviye uygun olmayan hastalarda, zehirli guatr olarak bilinen hormon salan nodül varlığında, kozmetik probleme yol açacak kadar çok ve büyük boyutlu nodül varlığında ve nefes borusuna baskı yapan nodüllerin tedavisinde uygulanabilir.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Sevgi yoksunluğu sendromu artıyor


Bebeği ile göz teması kurmayan, onu sık sık kucağına alarak fiziksel iletişimde bulunmayan ve bebekleri TV karşısında büyüten annelerin çocuklarında sevgi yoksunluğu sendromu görülüyor. Bu çocuklar dokunmak ve dokunulmaktan hoşlanmıyor, göz teması kuramıyor.
Teknolojinin hızla ilerlediği bir dönemde çocuktan çok teknolojik aygıtlarla vakit geçiren annelerin çocuklarında sevgi yoksunluğu sendromu görülüyor. Çocuklarda gelişimsel bozukluklara yol açan sevgi yoksunluğu sendromu, 20 yıl önce 15 bin kişide bir rastlanırken, şimdi bu sayı 250 çocukta bir kişiye kadar çıkmış bulunuyor. Sevgi yoksunluğu sendromu görülen çocuklar, dokunmaktan ve dokunulmaktan hoşlanmıyor, göz temasları kurmakta güçlük çekiyor ve toplumsal çevre ile ilişkilerinde problemler yaşıyor.
Hastalığın, göz teması kuramama, konuşma problemi gibi belirtileri, otizmle benzerlik gösterse de otizmde, ritmik hareketler, sallanma gibi tipik hareketler sevgi yoksunluğu sendromunda görülmüyor. En önemli fark ise erken tespit edildiği takdirde sendrom, 6 ay ile 1 yıl arasında süren bir eğitim ile tedavi edilebilirken otizmdeki rehabilitasyon süresi çok daha uzun bir sürede gerçekleştiriliyor. Ancak sendrom erken teşhis edilmediği takdirde otizme doğru bir süreç de seyredebiliyor. Bebek doğduğu ilk ay içerisinde sadece annenin ağız çizgisini, ilk 3 ay içerisinde ise yüzünün tamamını görebilmeye başlıyor. Bu sebeple anne ile yoğun vakit geçiren bebek annenin yüz ifadeleri ve ruh durumundan etkileniyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Bülent Madi, "Çocuk, annenin ağzının aşağı doğru olup olamamasına göre keyif hormonu salgılar. Dokunma, göz teması bunların hepsi ile birlikte uyaran eksikliği başlar. Ama en önemlisi dokunmadır. Çocuk ilk olarak anne karnında titreşimleri alır." diye konuştu. Babanın da çocuk ile oyun oynaması, çocukla göz teması kurması önem taşıyor...

8 Temmuz 2012 Pazar

Bu gıdalar gözlerinizi koruyor


İlerleyen yaş, bilgisayar ve televizyon kullanımının artması gibi nedenlerle yetişkinlerin gözlerindeki problemler artmaya başladı. Bazı sorunlar ciddi ve önlenemezken, bazıları ise göz sağlığının korunması ve sağlıklı beslenmeyle önlenebilir.

Huffington Post'ta yer alan habere göre, yapılan araştırmalarda lutein, Omega-3 yağ asitleri ve likopen gibi besinlerin fazla tüketilmesi makuler dejenarasyon oluşma riskini yüzde 25'e kadar azaltabildiği tespit edildi. Uzmanlar, potansiyel faydaların bununla da sınırlı olmadığını söylüyorlar.

Sağlıklı beslenme nin tüm vücudunuzu etkilediğini belirten uzmanlar, gözleriniz üzerinde koruyucu etkisi olan bu yiyeceklerin diğer vücut sistemlerini de pozitif olarak etkilediğine dikkat çektiler. İşte göz sağlığınızı destekleyen ve koruyan yiyecekler:

Ispanak, karalahana: Lutein ve zeaxanthin sağlıklı hücreleri koruyan ve hücrelerin bakımını yapan antioksidanlardır. Bunlar yapraklı ve koyu yeşil renkli sebzelerde bol miktarda bulunur. Bunlar gözünüzde güneş gözlüğü gibi görev yapar ve zararlı mavi dalgaları filtreler.

Kayısı: İyi bir beta karoten ve likopen kaynağı olan kayısı görmenize katkı sağlar. Gerçekte Makuler Dejenerasyon Derneği , vücuttaki beta karoteni A vitaminine çevirir. Bu vitamin gözün lensleri de dahil hücre ve dokuları hasara karşı dirençli hale getirir. Sürekli oksidatif stres (Oksidatif stres olarak tanımlanan durum canlı organizmalarda normalde oluşan ve belirli bir dozun üzerinde artması ile tehlikeli olabilen bir risktir. Bu riske neden serbest radikal denilen moleküllerdir. Oksidatif stres oldukça ciddi ve riskli bir durumdur) katarakta ve makuler dejenerasyona yol açabilir veya gözlere giden kan desteğine zarar verebilir.

Yer elması: Uzmanlar günde en az 3-4 kase tüketilmesini öneriyorlar. Ayrıca C ve A vitamini içeren sebze ve meyvelerden bol miktarda yemek de önemlidir. Yer elmasının göz sağlığı üzerindeki etkisi çok fazladır. Bir kase yer elmasında bir günlük A vitamini ihtiyacınızın fazlası bulunur. Ayrıca havuç ve portakal da gözlerimizi korumaya yardımcıdır.

Buğday Ruşeymi: Buğday tohumunun sivri ucunda yer alan ve buğdayın en değerli kısmıdır. Buğdayın özünde bulunan E vitamini makuler dejenerasyonu yavaşlatabilir, katarakt riskini azaltabilir. Badem, ay çiçeği tohumları, yerfıstığı ezmesi gibi gıdalarda da bol miktarda E vitamini bulunur.

Yumurta: Çinko bakımından zengin olan yumurtada bol miktarda Omega-3 yağ asitleri ve lutein bulunur. Vücudumuz bu antioksidanları yumurtadan daha iyi sindiriyor.



6 Temmuz 2012 Cuma

Kadının Geçimsizliği Durumunda Başvurulacak Çareler


Cenab-ı Hak, Nisa Sûresi'nin 34. âyetinde; kasıtlı olarak evlilik hukukunu ihlâl etmek sûretiyle ailede problem çıkaran kadınları ıslah etme adına başvurulacak çareleri bildirmiştir. Bunlar sırasıyla; nasihat etme, vazgeçmezlerse onları yatakta yalnız bırakma ve ıslah adına bu da yeterli olmazsa onları hafifçe dövmedir. Dinî ahkâmın istinbat edildiği birinci kaynak olan Kur'an-ı Kerîm'de kadınlarla ilgili böyle bir hükmün bulunması öteden beri münazaa mevzuu olmuştur. Hususiyle günümüzde sanki aile içindeki şiddet vak'alarının ortaya çıkmasına sebep bu âyetmiş gibi düşünen bazı kimseler, durumu tashih adına şaz ve zorlama yorumlara başvurmak zorunda kalmışlar; daha başkaları da bu hususu İslâm'a saldırmak için bir gerekçe gibi göstermeye çalışmışlardır. Aslında söz konusu âyet-i kerîme mânâ bütünlüğü içinde ele alınsa, seçilen kelimeler üzerinde durulsa, sonra da âyet-i kerîmede mücmel bırakılan hususları tefsîr ve tebyîn eden diğer âyet-i kerîmeler ve ilgili hadîs-i şerîfler esas alınarak meseleye yaklaşılsaydı, tenkide mahal olmadığı görülürdü.

Konuyla alâkalı âyet-i kerîme şu şekildedir: "Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah'ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri gibi malî yükümlülükleridir. O hâlde iyi kadınlar: İtaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise, kocalarının yokluğunda, onların hukuklarını koruyan kadınlardır. Serkeşliğe yüz tutan kadınlara gelince: Onlara evvelâ öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün! Şâyet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın! Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve yegâne büyük olan Allah vardır.

Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf işi düzeltmek isterlerse, Allah onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz Allah Alîm ve Habîr'dir (her şeyi bilir, bütün maksatlardan haberdardır.)" (Nisa Sûresi, 4/34–35)

Ailede Şefkat ve Merhametin Esas Olması
Zikri geçen bu âyet-i kerîmelerde bir aile düzeninin kurulması ve bunun devam ettirilmesine yönelik açıklamalar vardır. Diğer tedbirlerin yanında söz konusu edilen kadınların dövülmesi meselesi ise, bozulmaya yüz tutmuş aile nizamını korumaya vesile olması adına başvurulabilecek son çare olarak zikredilmiştir. Yoksa burada ne mutlak mânâda kadınların dövülmesi emredilmekte ne de mutlak mânâda buna müsaade edilmektedir. Eğer böyle olmuş olsaydı, bu âyet-i kerîmenin Kur'ân'ın diğer âyetleriyle ve Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) birçok mübarek beyanlarıyla tearuz hâlinde bulunması icap ederdi. Zîrâ Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'de, karı ve koca arasında sevgi ve şefkat var ettiğini (Rum Sûresi, 30/21) ve kadınların kocalarından hukuklarını gözetme konusunda sağlamca teminat aldıklarını söylemekte (Nisa Sûresi, 4/21); bunun yanında kadınlarla hoşça ve güzelce geçinmeyi (Nisa Sûresi, 4/19), boşanırken bile güzellikle ayrılmayı emretmektedir. (Talak Sûresi, 65/2) Başka bir âyet-i kerîmede ise Cenab-ı Hak düşmanlık eden bazı eşler olabileceğini ve bunlardan sakınılması gerektiğini hatırlattıktan sonra şu tavsiyede bulunmuştur: "Ama affeder, kusurlarını örter ve bağışlarsanız, bilin ki Allah (celle celâlühü) çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Tegâbun Sûresi, 64/14)

Hadîs-i şerîflere baktığımızda da kadınlara karşı güzel muameleyi emreden birçok nassla karşılaşırız. Bunlardan bazıları şu şekildedir: "Sizin en hayırlınız, eşlerine karşı en iyi davrananlarınızdır. İçinizde eşlerine karşı en iyi davrananız da benim." (İbn Mâce, Nikâh 50); "İman açısından en mükemmel mümin, ahlâkı en iyi olan mümindir. Sizin en hayırlınız da hanımlarına karşı hayırlı olanlardır." (Tirmizî, Radâ' 11); "Sizden biri hangi düşünceyle hanımını köle dövercesine dövmeye tevessül eder? Akşam olunca aynı yatakta beraber yatmayacaklar mı?" (Buhari, Nikâh 93); "Bir kimse hanımına kin beslemesin. Hanımının bir huyundan hoşlanmamışsa, pekâlâ beğeneceği başka (iyi) huylar vardır." (Müslim, Radâ 61)

Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselâm kadınlarla alâkalı bu tavsiyelerinin yanı sıra onlara karşı muameleleriyle de bu konuda bize kudve-i hasene olmuştur. Hz. Aişe Validemiz'in naklettiğine göre Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatı boyunca hiçbir kadına ve hiçbir hizmetçisine asla vurmamıştır. (Müslim, Fedâil 79) Kur'an ve Sünnet'i çok iyi anlayan sahabe efendilerimizin kadınlara karşı genel tavırlarını yansıtan Hz. Ömer'in (r.a) şu sözü de meseleye vuzuh kazandırmaktadır: "Biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında hakkımızda bir vahiy inmesinden korktuğumuz için kadınlara söz söylemekten, haklarını çiğnemekten ve onlara sert davranmaktan sakınırdık." (Buhârî, Nikâh 81) Burada çok rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki; ailede esas olan; eşlerin birbirlerine karşı mürüvvetli davranmaları, karşılıklı muamelelerinde şefkat ve mülâyemeti esas almaları ve böylece aileyi Cennet bahçelerinden bir bahçeye çevirmeleridir.

O hâlde bir kere daha ifade edelim ki, yukarıdaki âyet-i kerîmede ele alınan öncelikli mesele İslâm'da kendisine büyük önem verilen aile müessesesinin korunmasıdır. Aynı şekilde burada dövülmesine müsaade edilen kadın da alelade bir kadın değil, nasihatten anlamayan, yatakta yalnız bırakmanın bile fayda etmediği, kocanın bütün ıslahçı tavırlarına karşı ayak direten ve hâlâ serkeşliğini, kocaya karşı isyanını ve daha başka kötü hâl ve tavırlarını devam ettiren naşize bir kadındır. Dolayısıyla kadınlara karşı kötü muamelede bulunmama önemli bir maslahat olsa da, bozulan aile düzenini yeniden ıslah etme daha büyük bir maslahat olduğundan, geçici ve ârızi bir durum olarak belli prensipler dâhilinde, daha başka yeni arızalara sebebiyet vermeden te'dip için naşize kadınların hafifçe dövülmelerine ruhsat verilmiştir. Ve bu ruhsat da kendisine en son ve mecburen başvurulacak bir ruhsattır. Buradaki maksat, kadının canını acıtmak veya ona eziyet etmek değil, onun onur ve gururunu harekete geçirerek girdiği yanlış yoldan geri dönmesini temin etmektir. Bunun için de asgari ölçü neyse o uygulanmalıdır. Yoksa kadının yüzünü gözünü morartacak şekilde onu dövmek, hedef ve maksadı belirsiz, dinen tecviz edilmesi mümkün olmayan hoyratça, cahilce ve insanlık dışı davranışlardır. İşkence, eza, cefa ve intikam hissiyle eşlerini döven insanların Allah katında yaptıklarından mesul olacaklarında ise şüphe yoktur.1

Saliha Kadınlar
Cenab-ı Hak, âyet-i kerîmenin başında kadına nazaran daha dayanıklı ve güçlü olduğu ve aynı zamanda ailenin nafakasını temin ettiği için erkeğin kadın üzerinde kavvâm olduğunu söylemiştir. Ardından aile hayatı içinde yer alan kadınlar saliha ve naşize şeklinde ikiye ayrılarak, saliha kadınların itaatkâr ve kocalarının yokluğunda onların haklarını koruyan kimseler oldukları ifade edilmiştir. Daha sonra ise nüşuzlarından korkulan kadınlar için takip edilecek yol ve yöntem açıklanmıştır.

Âyet-i kerîmenin başında erkeğin kadın üzerinde yönetici olduğunun ifade edilmesiyle erkeğin omzuna ailenin kıvamını sağlama mükellefiyeti yükleniyor. Merhum Elmalılı, âyette geçen "kavvâmun" tabiriyle, erkeğin kadına hâkimiyetinin bildirildiğini, fakat bu hâkimiyetin keyfemâyeşâ bir hâkimiyet olmayıp, hizmetle beraber olan bir hâkimiyet olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla âyet-i kerîme, bir taraftan erkeğin fadlını ifhâm ederken, diğer taraftan da kadının kıymet ü faziletine işaret etmiştir.2 Şöyle de diyebiliriz. Erkeğin ev reisi olması hukukî bir payedir ve daha ziyade ev yönetimiyle ilgili bir husustur. Yoksa ahlâkça, faziletçe veya insaniyetçe üstün olmakla ilgili değildir.3 Zîrâ üstünlük takva iledir.

Evet, serkeşlik yapan ve kocasına karşı başkaldıran kadını tedip etme adına ifade edilen yöntemleri kullanma hakkının meşruiyeti de aslında daha baştan ifade edilmiş oluyor. Daha sonra Cenab-ı Hak:فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللهُ buyurmak sûretiyle saliha kadınların sahip olduğu iki hususiyetten bahsetmiştir. Bunlar; itaatkâr olmaları ve kocalarının gıyabında onların haklarını korumalarıdır. Buradaki lâfızlar isim cümlesi şeklinde gelse ve haber kipiyle ifade edilse de, aslında kadınlara yönelik birer emirdir.4 Bu ifadeyi: "Eğer saliha birer kadın olmak istiyorsanız şu özelliklere sahip olun." şeklinde de anlayabiliriz.

Evli bir kadın ya kocasının yanındadır veya ondan ayrı bir yerdedir. Saliha diye vasıflandırılan kadının her iki hâlde de sahip olması gereken hususiyetler ifade edilmiştir. Kocasının yanında olduğu zaman ona karşı itaatkâr olması, ayrı bulunduğu zaman ise onun hukukunu koruması emredilmektedir.

İlk olarak "kânitât" kelimesini ele alacak olursak, bunun mânâsı her dâim itaate devam etmektir. Burada emredilen itaatin kime karşı olacağı akla gelebilir. Müfessirlerin açıklamalarına baktığımızda kadının ilk olarak Cenab-ı Hakk'ın emirlerine karşı itaatkâr olması gerektiği, sonra da kocasına karşı mutî' olması gerektiği ifade edilmiştir.5 Bu itaat, tabî ki iyilikte itaattir. Yoksa günah ve kötü işlerde itaat olmayacağı malumdur.

Evlilik hayatı içinde kendilerinin saliha olduğu söylenen kadınların bir diğer özelliği de kocalarının yokluğunda onların haklarını korumalarıdır. Burada korunması gereken haklarla alâkalı olarak müfessirler, kadının öncelikle kendi ırz ve namusuna leke gelebilecek davranışlardan sakınmasını (çünkü böyle bir durumda aynı leke kocaya da gelecektir), kocasına ait olan malları muhafaza ederek onları zayi olmaktan korumasını, gerektiği şekilde evini muhafaza etmesini ve ailesiyle ilgili sırları ifşa etmeme gibi korunması lazım gelen hususları anlamışlardır.6

Bu âyeti izah ve te'kit sadedinde Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şu hadîs-i şerîflerini hatırlayabiliriz: "Hayırlı kadın, baktığın zaman seni mesrur eder, bir işi yapıp yapmama hususunda kadın üzerine yemin etsen, o bunu yaparak seni yeminden kurtarır, emredersen itaat eder. Sen olmadığın zaman da seni, malını, namusunu korur." (İbn Mâce, Nikâh 5); "Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim." (Tirmizi, Radâ' 10); "Kadın beş vaktini kılar, iffetini korur, kocasına da itaat ederse, dilediği kapısından Cennet'e girer." (İbn Hibbân 6/184); "Muhammed'in ruhunu elinde tutan Zât'a yemin olsun kadın, kocasının hakkını eda etmedikçe Rabb'inin hakkını eda edemez." (İbn Mâce, Nikâh 4); "Kadınların en hayırlısı kocasının emrine itaat edendir." (Hâkim, el-Müstedrek, Beyrut, 1990, II, 175)

Ayrıca özetle "salihat" kelimesinin marife olarak zikredilmesinden şunu da anlıyoruz ki, cemi kelimelerin başında elif-lâm harfinin gelmesi istiğrak ifade ettiğinden dolayı bir kadın ancak bu iki sıfata sahipse saliha olabilir. Veya şöyle de diyebiliriz. Saliha olan her kadın kocasına karşı itaatkâr ve yokluğunda onun haklarını koruyucu olmalıdır.7

Burada kadınların niye kocalarına karşı kânitât ve hâfizât olmaları gerektiğine dâir akla bir soru gelebilir. Âyet-i kerîmenin devamındaki: بِمَا حَفِظَ اللهُ
ifadesi akla gelebilecek böyle bir soruya cevap veriyor. Bu ifadenin muhtemel tevcihlerinden8 birisi de şudur. Allah Teâlâ kadınların haklarını muhafaza etme adına erkeklere bazı mükellefiyetler yüklemiştir. Onlara kadınlara karşı âdil olmalarını emretmiş, erkekleri, kadınlara karşı güzel muameleyle sorumlu tutmuş, kadınların ihtiyaç ve masraflarının karşılanmasını (nafaka mükellefiyetini) erkeklere yüklemiş ve evlenirken de kadınlara karşı mehir vermeyi emretmiştir. Buna göre âyet-i kerîmede anlatılan hususu "Bu, şuna karşılıktır." şeklinde anlayabiliriz.9

Nâşize Kadınlar
Cenab-ı Hak, aile hayatında saliha olan kadınlara ait özellikleri zikrettikten sonra: وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ"nüşuzlarından korktuğunuz kadınlar." buyurarak kadınların diğer taifesi olan nâşize kadınlara karşı uygulanacak yöntemleri izah etmiştir. Bunlara geçmeden önce nüşûzun ne mânâya geldiği üzerinde kısaca duralım. en-Neşzü kelimesinin çoğulu olan nüşûz, sözlükte yükselmek ve yüksek mekân mânâsına gelir.10 Buna göre, kadının nüşûzu, onun kocasına buğz etmesi, ona kafa tutup isyankâr bir vaziyet alması, nefsini ona itaatten müstağni görmesi ve kocasına karşı kibir içine girmesi demektir.11

Bunun yanı sıra yukarıda saliha kadınların sahip oldukları iki vasfın zikredilmesi bize nüşûzun ne mânâ ifade ettiğini anlamada yardımcı oluyor. Nâşize kadınlar, saliha kadınların karşısında zikredildiğine göre, onların diğerlerinin sahip oldukları iki vasfa sahip olmayan kadınlar olduğu anlaşılıyor. Yani Allah'a ve kocalarına karşı asi olan, onların yokluklarında korunması lazım gelen haklarını korumayıp ihanet eden kadınlardır.

Diğer yandan Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) irad buyurdukları bir hadîs-i şerîfte nüşûzun bir diğer yönüne dikkat çekilmiştir. Hadîs-i şerîf şu şekildedir: "Kadınlara karşı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda emanet gibidirler. Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkınız yok, yeter ki onlar açık bir çirkinlik (fahişetin mübeyyinetin) işlemesinler. Eğer işlerlerse yatakta yalnız bırakın ve şiddetli olmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarında aşırı gitmeye bahane aramayın." (Tirmizî, Rada', 11) Burada kadına karşı tavır alınmasını gerektirecek vasıf olarak nüşuz değil "fahişe-i mübeyyine" zikredilmiştir. Bu kelimeyle çoğu zaman zina kastedilse de, kadının kötü geçimli olması, iffete muhalif davranışlar sergilemesi, günah ve isyanda aşırı gitmesi kısaca söz ve fiillerde ortaya çıkan her bir kötü haslet gibi daha genel bir mânâda kullanılmıştır.12

Dolayısıyla kendisine karşı nasihat edilmesi, yatakta yalnız bırakılması ve hafifçe vurulması söylenen kadınların hangi tür kadınlar olduğu buradan açıkça anlaşılıyor. Yani burada basit bir geçimsizlik meselesinden daha ziyade, aile hukukunun ciddi şekilde çiğnenmesi, iffet ve haysiyet gibi muhafazası gereken temel değerlerin ihlâli gibi durumlar söz konusudur.13 Bu açıdan esas problem, böyle bir zevce karşısında belli yaptırımların uygulanması değil, buna seyirci kalınmasıdır.

وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ ifadesinde dikkat çeken bir diğer husus da, doğrudan nâşize kadınlar denmeyip, nüşûzlarından korktuğunuz kadınlar denmesidir. Müfessirler buradaki تَخَافُونَ lâfzının تَعْلَمُونَ (bildiğiniz) veya تَظُنُّونَ (zannettiğiniz) mânâlarına geleceğini söylemişlerdir. Yani erkek daha problem başlamadan önce mukaddimelerden bunu sezecek ve ailenin dağılmaması adına gerekli tedbiri alacaktır. Çünkü kadın yapacağını yaptıktan, aradaki perdeler yırtıldıktan, sevgi ve saygı kaybolduktan sonra ıslah adına yapılan gayretler netice vermeyebilir. Bu açıdan erkek basiretli ve firasetli davranmak sûretiyle, kadının hâl ve tavırlarında daha sonra ortaya çıkabilecek bir nüşûz sezdiğinde, vakit fevt etmeden gerekli tedbirleri almaya çalışmalıdır.

Islah Adına Ortaya Konulan Çareler
İşte bu durumda alınabilecek önlemlerden ilk adım olarak Cenab-ı Hak: فَعِظُوهُنَّ "Onlara nasihat edin." buyuruyor. Yani öncelikle nâşize bir kadına yapmış olduğu kötü davranışların yanlışlığı güzelce anlatılmalıdır. Tenkit edilmeden, demine damarına dokundurmadan, kavl-i leyyinle mesele izah edilmelidir. Yoksa bağırıp çağırma, birbirini suçlama, diyalektiğe girme, hakarete varan tenkitlerde bulunma, problemi çözmek bir yana yarayı daha da derinleştirecektir.

Eğer kadının düzelmesi adına öğüt ve nasihat faydalı olmazsa: وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ "Onları yataklarında yalnız bırakın." emri mucebince ikinci aşama olarak onlar yataklarında yalnız bırakılmalıdır. Bu aşamada yapılması gereken odayı veya yatağı terk edip başka bir yatakta yatmaktan ziyade, yatakta sırtını dönerek kadına karşı mesafeli durmaktır. İçlerinde İbn Abbas'ın da bulunduğu bazı ulema burada kastedilen mânânın kadınla konuşmayı kesmek olduğunu da söylemişlerdir.14

Böyle bir tedbire başvuran erkek, yaptığından başkalarını haberdar etmemeli, mahremiyet sınırlarına dikkat etmeli ve ifrat ve tefritten kaçınmalıdır. Hassasiyet gösterilmesi gereken böyle bir meselede, maksadın hâsıl olması adına kadının fıtratı çok iyi bilinmeli ve ona göre davranılmalıdır. Buradaki esas gaye erkeğin mağlup olabileceği bir noktada iradesinin hakkını vermesi ve kadının elindeki en büyük kozu kullanmasına fırsat vermemesidir.15

Bu aşamada sözlü uyarıların fayda vermediği bir kadına karşı fiilî uyarıya geçilmiştir. Meselenin ciddiyetini gösterme ve kadının ortaya koyduğu kötü davranışlara kayıtsız kalmama adına bir adım daha atılmıştır. Kadın için çok önemli olan hissî ve bedenî yakınlığa bir süreliğine ara verilmiştir.16 Eğer eşler arasındaki sevgi bağları bütünüyle tükenmemişse, saygı ve hürmet duygusu devam ediyorsa, kadına karşı alınan böyle bir tavır tesirli olacaktır.

Eğer kadına karşı böyle bir tavır alma da onu yola getirmiyor ve kadın hâlâ isyan ve serkeşliğini devam ettiriyorsa ortada boşanmaya doğru giden çok ciddi bir aile problemi var demektir. İşte böyle bir durumda Cenab-ı Hak son çare olarak: وَاضْرِبُوهُنَّ "Onlara hafifçe vurun." buyuruyor. Burada dövme, emir sigasında gelmiş olsa da ibâha ifade eder. Nitekim İmam-ı Şafii, belli şartlarda dövmenin mübah olacağını ancak faziletli olanın dövmeyi terk etmek olduğunu söylemiştir.17 Diğer yandan âyetteki vurma emri mutlak olarak ifade edilse de, bu vurmanın keyfiyeti hakkında hadîs-i şerîflerde yeterli izahata yer verilmiştir.

Konuyla ilgili bir hadis-i şerif şu şekildedir: "Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Onları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve Allah'ın sözü uyarınca namuslarını kendinize helâl kıldınız. Döşeklerinize, sevmediğiniz bir kimseye ayak bastırmamaları sizin, onlar üzerindeki hakkınızdır. Bunu yaparlarsa, onları hafifçe/iz bırakmayacak şekilde dövün. Sizin de onların geçimini ve giyimlerini sağlamanız onların sizin üzerinizdeki haklarındandır."18 (Müslim, Hacc 19) Başka bir hadîs-i şerîfte Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınların erkekler üzerindeki hakkı sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "Kendin yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbîh etmemen (ayıplamaman, hakaret etmemen, lanetlememen vs.), evin içi hâriç onu terk etmemen!" (Ebu Davud, Nikâh 42)

Bu hadîslerden de açıkça anlaşıldığı gibi âyette kastedilen mânâ bir anlık öfkeye kapılarak kadına zarar vermek, onun canını acıtmak hele hele insanlık dışı muamelelerle onun yüzünü gözünü morartmak değildir. Bilakis hadîs-i şerîflere baktığımızda kadının yüzünden başka bir yerine âdeta onun onur ve gururunu harekete geçirme adına hafifçe vurma üzerinde durulduğunu görüyoruz. İbn Abbas âyet-i kerîmede geçen ifadeyi izah ederken mendil, misvak veya kalem gibi bir nesneyle iz bırakmadan hafifçe vurulacağı şeklinde bir ölçü getirmiştir.19

Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da, âyette gözetilen sıralamaya uymaktır.20 Nitekim Hz. Ali konuyla ilgili şöyle demiştir: "Öncelikle kadına sözleriyle nasihatte bulunur. Eğer kadın düzelirse başka bir şey yapamaz. Kadın yüz çevirip kocanın sözünü dinlemezse, yatağı terk eder. Yine de düzelmezse hafifçe vurur. Kadın bununla da ıslah olmazsa, hakemlere başvurulur."21 Âyet-i kerîmede böyle bir sıralama getirilerek, bir yönüyle gazabına mağlup olmuş kocanın hemen kadın üzerine yürümesinin önüne geçilmiş oluyor.

Erkeğin başvurduğu bütün bu tedbirler kadını ıslah ve tedip gayesine hizmet etmelidir. Bunun için de erkeğin, kadının fıtratını çok iyi bilmesi ve uyguladığı her bir metodun kadın tarafından nasıl karşılanacağını iyi hesaplaması gerekir. Maksat, kadını ıslah etmek sûretiyle bozulan aile düzenini yeniden kurmak olduğu için, uygulanacak yöntemin bu maksada hizmet etmesi gerekir. Meselâ kadını yatağında yalnız bırakmak daha büyük bir probleme sebep olacaksa, kocanın bu durumu önceden çok iyi hesap etmesi ve ona göre daha başka bir yol izlemesi gerekir. Aynı şekilde âyet-i kerîmede son bir çözüm olarak sunulan dövme, özellikle günümüzde bazı durumlarda daha yeni arızaların ortaya çıkmasına sebep olabilir. İşte koca, bütün bunları çok iyi hesap etmeli ve aile hukukunu ihlâl eden kadını düzeltme adına bir adım atmadan önce, onun fıtratını ve tabiî özelliklerini hesaba katmalıdır.

Cenab-ı Hak âyet-i kerîmenin sonunda şöyle buyuruyor: فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا Şâyet size itaat ederlerse, onları incitmeye bahane aramayın! Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır." Bütün bunlardan sonra kadın nüşûzdan vazgeçip tekrar itaate yönelecek olursa, kocaya düşen de, önceki hata ve kusurlarını unutmak ve af yolunu tutmaktır. Bundan sonra hâlâ farklı bahanelerle kadının aleyhine olmak yasaklanmıştır. Sonra da Cenab-ı Hakk'ın çok yüce ve büyük olduğu ifade edilmiştir. Âyetin Cenab-ı Hakk'a ait bu iki isimle bitirilmesinin hikmetini Elmalılı şu ifadeleriyle açıklıyor: "Allah'tan korkunuz da Allah'ın size verdiği kuvveti su-i istimal etmeyiniz. Allah'ın size karşı kudreti, sizin kadınlara karşı kudretinizden çok yüksektir. Ve sizin Allah'a karşı günahlarınız da kadınların size karşı günahlarından daha çok olduğu hâlde, Allah sizin seyyiatınızı affederken size itaat eden zevcelerinizin vaki olan kusurlarını nasıl affetmezsiniz ve nasıl olur da onlara taarruz için vesile arar durursunuz? Allah'ın uluvv-i şan ve kibriyası karşısında zulümden, haksızlıktan, sadakatsizlikten, terbiyesizlikten, vazifelerinizi sui istimal etmekten son derece sakınmalısınız."22

Burada bütün bu çarelere rağmen kadın yine de itaat etmezse ne olacak şeklinde akla bir soru gelebilir. Bu durum da bir sonraki âyet-i kerîmede tarafların her birinden birer hakem gönderilmesi sûretiyle bu problemi çözme yolu emrediliyor.

Netice
Aile içi şiddet hâdiseleri eskiden olduğu gibi, günümüz modern dünyasında da büyük bir problem teşkil ediyor. Sadece tahsili olmayan veya az olan insanlar arasında değil, belli bir tahsil seviyesi olan üniversite mezunu aileler arasında bile aile içi şiddetin yüksek nispette oluşu dikkat çekicidir. Özellikle kendilerini kadın hakları savunucusu ve oldukça medeni gören Amerika'da ve Batı dünyasında bile şiddete maruz kalan kadın sayısının milyonlarla ifade edilmesi23 meselenin dinî değil insan fıtratıyla ilgili olduğunu ispatlıyor. Maalesef, nefsi ve kötü duyguları İslâm terbiyesiyle terbiye görmemiş her insan, canı yandığında saldırıya geçebiliyor.

Hülâsa, ifade etmek istediğimiz husus, dövme ve şiddetin kesinlikle İslâm'dan kaynaklanmadığı ve kaynaklanmayacağıdır. Bir anket yapılsa eşini döven hiçbir erkek; "Din bana bunu emrettiği için eşimi dövüyorum." demeyecektir. Bilakis İslâmî şuurun, Allah korkusunun ve ahiret inancının hâkim olduğu ailelerde dövme hâdisesine neredeyse hiç rastlanmaz. Çünkü İslâm, kadını layık olduğu mevkie oturtmuş, Cennet'i onun ayaklarının altına sermiş ve ona hukukî ve medenî bütün haklarını bahşetmiştir. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ömrü boyunca hiçbir kadına vurmamış ve ahlâken en olgun Müslüman'ın kadınlara karşı en güzel davranan insan olduğunu ifade etmiştir. "Dövenler sizin hayırlılarınız değildir." buyurarak meseleyi kestirip atmıştır. Cenab-ı Hak kadınlara güzel muamelede bulunmayı emretmiştir. Şimdi önünde bu kadar âyet ve hadîs bulunan bir Müslüman nasıl olur da canı her sıkıldığında, Allah'ın kendisine emanet olarak verdiği, ömür boyu aynı yastığa baş koyduğu hayatta en büyük yârânı ve destekçisi olduğu eşine vurabilir. Geçimsizlik durumunda bile öncelikle yapılacak iş, anlaşma, uzlaşma, istişare etme, nasihat etme hattâ idare etme gibi daha insanî çözümlerdir. Dolayısıyla asıl olan şefkattir, merhamettir, mülâyemettir. Dövme ise kaba saba ve âciz insanların işidir. Âyet-i kerîmede ifade edilen hükme gelince o, bir hikmete mebni, en son ve mecburî istikamette ve belki de aileyi kurtarma adına nâşize kadınları ıslah etmede kullanılacak istisnaî bir hükümdür.

*İlâhiyatçı-Yazar
ycayiroglu@yeniumit.com.tr


Dipnotlar
1. Bkz. Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler 3, İstanbul: Nil Yayınları, 2007, s. 132–133.
2. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili,
3. Celal Yeniçeri, İslâm Açısından Tüketim, Tüketicinin Korunması ve Ev İdaresi, İfav Yayınları, İstanbul, 1996, s. 152.
4. Fahruddin er-Razi, Mefâtihu'l-gayb, Beyrut, Daru'l-kütübi'l-ilmiyye, 2000, 10/73.
5. Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'an, Beyrut, Daru'l-fikr, 1993, 2/266.
6. Bkz: Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul: Bedir Yayınevi, 1993, 2/1350.
7. Fahruddin er-Razi, s. 10/73.
8. Bu tevcihler için bkz. Fahruddin er-Razi, s. 10/73.
9. Fahruddin er-Razi, 10/73.
10. Cevheri, es-Sıhah, n-ş-z maddesi.
11. Hazin, Lübabu't-tevil fî meani't-tenzil, 2/ ; Elmalılı, 2/1351.Kadının kocasına nüşuzunun yanında Nisa Sûresinin 128. âyetinde: وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا "Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden ve kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, bazı fedakârlıklar göstererek sulh olmak için gayret göstermelerinde mahzur yoktur." buyrularak erkek için de aynı durumun geçerli olduğu bildirilmiş ve yine evliliğin devamı adına sulh tavsiye edilmiştir.
12. Mübarekfuri, Tuhfetu'l-ahvezi, Beyrut, Daru'l-kütübi'l-ilmiyye, 4/274; 8/383.
13. Durmuş Ali Karamanlı, Tarihselcilik ve Evrenselcilik Bağlamında Kur'an Hitabının Tabiatı, Doktora Tezi, s. 194.
14. Cessâs, s. 267.
15. Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler 3, s. 131.
16. Karamanlı, s. 195.
17. Razi, 10/73.
18. Burada hafifçe dövün diye tercüme edilen metnin aslı: "وَاضْرِبُوهُنَّ ضَرْبًا غَيْرَ مُبَرِّحٍ " şeklindedir.
19. İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut, Daru'l-fikr, 1/493.
20. İmam-ı Ebu Hanefi gibi bazı ulema vavların mutlak cem için olduğunu ve âyetteki sıralamaya uymanın şart olmadığını söylemişlerdir. (Bkz. Sabuni, 1/493)
21. Sabuni, Tefsirü Ahkâmi'l-Kur'an, 1/215.
22. Elmalılı, 2/1352.
23. İnternette arama motorlarından kısa bir araştırma yapan bir kişi aile içi şiddetle ilgili istatistik bilgilerine ulaşabilir. Bu açıdan, biz bu bilgileri uzun uzun aktarmıyoruz.
Kaynak: Yüksel Çayıroğlu, Yeni Ümit, S. 95

3 Temmuz 2012 Salı

İslam’da cinsî hayatın kesin olarak haram olan yönleri nelerdir?


Cinsî hayatta kesin olarak haram olan şey; birincisi kişinin hanımına arkadan yani anüsten yaklaşmasıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s): "Allah bir kadının dübüründen münasebette bulunana rahmet nazarıyla bakmaz" buyuruyor. (Ebû Davud, Nikâh 46, İbni Mâce, Nikâh 29) Bu konuda haram olan diğer bir husus da, kişinin hanımı adet veya loğusa halindeyken onunla ilişkide bulunmasıdır. Kişi bu dönemlerde sadece hanımının diz kapağıyla, göbeği arası dışında kalan bölgesinden faydalanabilir. Diğer yerlerinden ise ancak elbise üstünden faydalanabilir.
Bir de kesin olarak yasaklanmamakla beraber, cinsel ilişki esnasında dikkat edilmesi gereken ve tavsiye edilen bazı hususlar vardır;
1- Eşlerin cinsî ilişki esnasında üstlerine bir örtü almaları.
2- Eşlerin birbirlerinin cinsî organlarına bakmamaları.
3- Cinsel ilişki anında az konuşmaları.
Oral İlişki Caiz midir?
Oral ilişki (cinsel organın ağza alınması, öpülmesi vs,), bu konuda açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, cinsî organlar necaset mahalli olduğundan bu tür fiillerden kaçınılması gerekir. Çünkü her Müslüman’ın kesin olarak haram olan hususlardan kaçındığı gibi haram şüphesi olan konulardan da uzak durması gerekir.
Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır." (Buhârî, Îmân 39, Büyû' 2; Müslim, Müsâkat 107, 108)
Oral ilişkinin olabileceği ya da olamayacağı konusunda Kurân-ı Kerim’de ve sünnette açık bir delil yoktur. Buradan hareketle bazı fıkıhçılar ve tefsirciler; mademki karı kocanın her yerleri birbirlerine helaldir ve mademki, eşyada aslolan mubah/helal olmaklıktır, çünkü her şey insan için yaratılmıştır, öyleyse karı kocanın oral ilişkileri de helal olmalıdır, diye bir sonuç çıkarmışlardır. Bunu çeşitli tefsir ve fıkıh kitaplarında bulmak mümkündür. Bunun yanlış olduğunu söyleyecek değiliz, ancak bunun hem dinen hem tıbben bir takım sakıncalarının olduğunu da bilmeliyiz. Öncelikle böyle bir davranış onurlu ve kişilikli olmaya aykırı bir davranıştır, tiksindiricidir. İkinci olarak, cinsî organlardan sürekli olarak bir takım maddeler çıkmaktadır ve bunlar pis olan akıntılardır. Böyle bir durumda kişi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.): "Ağızlarınızı tertemiz yapın çünkü onlar Kur’an yoludur” diye nitelendirdiği ağzına pis maddeler almış olacaktır. Üçüncü olarak, İslam’ın insan sağlığına ne kadar değer verdiğini herkes bilmektedir. Oysa bu yolla insan bir sürü mikrobu ağzına almış ve kendisini tehlikeye atmış olacaktır. (Prof.Dr.Faruk Beşer)
Evet, ağız da cinsel temas için değil, Allah’ı zikretmek, Kur’an okumak, yemek yemek ve su içmek için yaratılmıştır. Cinsel temas için kullanmak, fıtrata aykırı hareket etmek demektir.
Tabiî bir sevişme tarzı olmadığı için, oral ilişkinin bir süre sonra nefretimsi duygulara sebep olabileceği ve dolaylı olarak cinsel mutluluğu olumsuz yönde etkileyebileceği gerçeğini de hatırlatarak, kaçınılmasını tavsiye ederiz. Allahu a'lem...

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Yolculuklar, yenilenmeye vesiledir


Yolculuk, sıkıcı ve bir an önce bitmesini istediğiniz bir durum olabilir. Ama bunu verimli bir hale getirmek elinizde. Aynı işi ve hayatı rutinler içinde geçenler atalete ve bıkkınlığa düşebilir. İşte seyahatler, yenilenme adına bir adımdır. Hareket, bereketi getirir, dostluklar pekişir, yola çıkan, hayatını yeniden gözden geçirme fırsatı bulur.
Haftalarca, aylarca, hatta yıllarca aynı işi yapan, belirli meşguliyetlerle vaktini tüketen insanda, hayat rutinler etrafında dönmeye başlar. Zamanla durağanlık, atalet, bıkkınlık baş gösterir ve yaşama heyecanı azalır. Bu durumun çaresi, rutini kırıp hayatımıza alacağımız yeni faaliyetlerdir.
Havaların ısınması ve okulların tatile girmesiyle seyahat planları yapılır, valizler hazırlanır. Birkaç günlük, haftalık, hatta aylık programlar için yola çıkılır. Bazıları yalnızca varacağı yere odaklanır, dolayısıyla yolculuğu sıkıcı bulur ve bir an evvel bitmesini ister. Bazıları ise yolculuğun bahşettiği sürprizleri, farklılık ve zenginlikleri keşfetmeye çalışır. Bambaşka güzellikler yaşar, ruhu ve gönlü coşturan hislerle dolar taşar. Aşk, şevk ve heyecanı artmış, morali yükselmiş olarak yolculuğu tamamlar. Yolculuklar bize neler kazandırır;
1. Yolculuk yapın, sıhhat bulursunuz Efendimiz'in (sas) işaret buyurduğu bu ölçüye göre, yolculuk vücut sıhhatini iyileştirir ve dinçlik kazandırır. Ruhu dinlendirir, gönlü ferahlatır. Stresi azaltır ve dinginleştirir, yaşama heyecanını artırır, hayata ve olaylara müspet bakış açısı kazandırır.
2. Hareket, düşünceyi tetikler
Günümüz insanı, kendisini çepeçevre saran meşguliyetlerden kurtulup salim bir kafayla düşünmeye fırsat bulamadığı gibi, düşünmekten kaçmak için meşguliyetler buluyor. Kâinat boşluk kabul etmediği için, insan hayatı da önemli-önemsiz meşguliyetlerle doluyor. Yolculuk ise meşguliyetleri kısıtlar. Bu yüzden yolculuk birçoğuna sıkıcı gelir ve yolculuk süresince zaman geçirecek meşguliyetler bulmaya sevk eder. Genelde müzik dinlemek, film seyretmek, gazete, dergi gibi aktüel yayınlar akla gelir. Zamanı tüketen, zihni meşgul eden hatta uyuşturan bu tür meşguliyetlerden mahrum kalan insan ise düşünceye kapı aralar.
Araba yol üzerinde su gibi akarken, insanın hayatı da zihninde film şeridi gibi akar. Unutulmayan başarılar, en mutlu anları hayalen yeniden yaşanır. Mutluluk ve heyecanın devam etmesini ister, nazarımızı içinde bulunduğumuz ana çeviririz. Bir taraftan, yolunda giden işlerimiz, gerçekleştirmek üzere olduğumuz ideallerimiz ve önümüzdeki hedeflerimiz bize şevk verir. Bir taraftan da başarısızlıklar, yaşadığımız sorunlar, kronik problemler, hatta yolunda zannettiğimiz birçok konu zihninize üşüşmeye başlar.
Sakin ve salim bir akılla düşünüp, farklı bakış açıları geliştirerek, hayatımızdaki olumsuzlukları, doğru zannettiğimiz yanlışları ve kronik sorunların temeline inerek sebeplerini fark etmeye ve çözüm yollarını keşfetmeye başlarız.
3. Yeni idealler ve hedefler kazandırır
Yolculuklar, günlük hayatın koşuşturmasından bir an bile başını kaldıramayanlar için, şahsi ve ailevi hayatını, insan ve diğer varlıklarla, hatta kâinatla ilişkileri bir bütün olarak ele almak, düşünmek, değerlendirmek, farklı bakış açıları geliştirmek ve geleceği planlamak için çok önemli birer fırsattır. Zihnimizde canlanan hayaller, orijinal fikirler ideallerimizin yenilenmesine, hedeflerimizin netleşmesine vesile olur. Bu sayede hayatımız canlanır, renklenir ve anlam kazanır.
4. Yetenekleri ve insani değerleri geliştirir
Yolculuk, olumlu ve olumsuz sürprizlere açıktır. İş başa düştüğü zamanlar olabilir, hiç yapmadığımız işleri ilk kez yapabilir ve ilginç olaylara şahit oluruz. Hiç tanımadığımız insanlarla karşılaşır, diyalog kurar ve yardımlaşırız. Bütün bunlar, insanlara, olaylara ve hayata bakışımızı değiştirir. Problem çözme, girişimcilik, sabretme, yardımlaşma, paylaşma, fedakârlık, tefekkür gibi değerlerimizi pekiştirir. Yeteneklerimizin farkına varmaya ve geliştirmeye vesile olur.
5. İlişkileri geliştirir. Beraber yolculuk yapanlar birbirini dinlemeye ve empati kurarak anlamaya çalışırlar. Bu sayede birbirini daha iyi tanır, daha çok yaklaşır ve paylaşımlarını artırırlar. Arkadaşlıklar, dostluklar gelişir, eşler arasındaki muhabbet artar, aile fertlerinde aidiyet duygusu pekişir ve sevgi hâkim olur. Birlikte yapılan yolculuklar hayata huzur ve renklilik kattığı gibi, geçmişteki kırgınlıkları da tamir eder. Bütün bunların gerçekleşmesi için, yolculuklarda uyumlu hareket etmeli, empati duygusunu sürekli canlı tutmalı, sabır ve hoşgörü ile yaklaşmalı, kırıcı olmaktan şiddetle kaçınmalı.
Yolculukların verimli geçmesi için...
Yorgunluğun külfetine katlanmak, kazanımlara bakarak yolculuğu sevmek gerekir. Çünkü her şeyin değeri ölçüsünde bedeli vardır.
Planlı, programlı hareket etmeli, fakat sürprizlere ve belirsizliklere de açık olmalı...