Popüler Yayınlar

28 Ekim 2012 Pazar

Horlama Çözümsüz Değil


Öğrenci yurdu veya asker koğuşu gibi yerlerde horlama problemi olan insanlarla kaldıysanız, muhtemelen uyuyamama problemi yaşamışsınızdır. Horlama, uyku esnasında sesli soluk alıp verme olarak tarif edilir. Horlama, nefes yollarından havanın rahatça geçememesi veya buralardaki yumuşak doku veya kasların hava ile titreşmesi neticesi ortaya çıkan seslerdir. Derin uykuya dalındığında, dil, boğaz ve damakta bulunan kaslar gevşer. Bu kas gevşemesi, boğazdaki dokuların sarkmasına sebep olur. Nefes alıp verme sırasında, bu sarkan dokular hava yolunu daraltır ve horlama sesini çıkaracak şekilde titreşir. Hava yolu ne kadar darlaşırsa, titreşim o kadar şiddetli; horlama da o nispette gürültülü olur.

İnsan nüfusunun % 45'inin zaman zaman, % 25'nin ise devamlı horladığı tahmin edilmektedir. Horlamanın başlıca sebepleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Yaşlandıkça boğaz kasları zayıflar. Zayıflayan boğaz kasları, çevredeki dokuların sarkmasına ve titreşmesine yol açar. Yaşın ilerlemesiyle horlamanın görülme sıklığı artar. Dolayısıyla yaş, bu konuda bir faktördür. Altmış yaşındaki erkeklerin % 60'ında; kadınların ise, % 40'ında horlama görülmektedir. 

2. Aşırı kilolu kişilerde boğaz dokuları daha güçsüzdür ve soluk alıp-verme esnasında titreşmeye meyillidir. Buna, artan karın içi yağ kitlesinin, aşağıdan akciğerleri sıkıştırması ve boyun dokularının kalınlaşması ile hava çıkış yolunun daralması sebep olmaktadır. İnsanlar kilo aldıklarında yağ dokuları sadece göbek etrafı, bel gibi görünen bölgelere yığılmaz. Üst solunum yollarında, boğaz ve çevresinde de biriken bu yağ dokuları, hava yollarını daraltır. 

3. Alçak, kalın ve yumuşak damak, büyük bademcikler veya lenf bezleri (burnun arkası ile boğaz arasındaki süngerimsi doku) hava yolumuzu daraltabilir.

4. Normalden daha uzun bir küçük dil (uvula) hava akımı geçişini azaltabileceğinden, soluk alıp verme esnasında titreşimlerin artmasına yol açabilir.

5. Yaratılışları gereği burnumuz hava almak, ağzımız ise havayı vermek için kullanılması gereken organlardır. Çünkü alınan havanın içindeki tozların süzülmesi, ısıtılması ve nemlendirilmesi için burun çok uygun bir anatomiye sahip kılınmıştır. Ağzımız ise bu özellikte değildir. Onun için bilhassa soğuk havalarda hasta olmamak için havayı burundan alıp, ağızdan vermeye dikkat etmeliyiz. Ancak alerjilerin sebep olduğu burun tıkanıklıkları, burundaki hava akımını engelleyebilir. Bu durum bizi, daha gevşek kasların yerleştirildiği ağzımızdan soluk almaya mecbur kılar. Bu durum da horlamanın başka bir sebebi olabileceği gibi, ağızdan nefes alanlar, mikropların doğrudan akciğere geçmesiyle daha kolay solunum yolu enfeksiyonlarına yakalanırlar. 

6. Alkol ve sakinleştirici benzeri bazı maddeler, merkezî sinir sistemine tesir ederek, boğaz kasları da dâhil olmak üzere kasların aşırı gevşemesine yol açar.

7. Sırt üstü uyunduğunda, dil geriye doğru boğazın içine kayarak hava yolunu daraltır ve hava akımını kısmen engeller.

Horlama ne zaman ciddi bir problemin işaretçisidir
Horlama, 'Apne' rahatsızlığının bir belirtisi olabilir. Apne, uyku esnasında gürültülü horlamayla beraber ara sıra soluk almanın durması ve geceleyin sık sık uyanma şeklinde belirtiler veren bir rahatsızlıktır. Eşinizin veya ailenizden birisinin sizi uyku esnasında gözlemlemesini sağlayarak, bahsedilen hastalık belirtilerini kontrol edebilirsiniz. Soluk almada 10 saniye veya daha fazla süren ve apne nöbeti olarak adlandırılan bu kesintiler, damak, küçük dil, dil ve lenf bezlerindeki kasların uyku esnasında gevşemesi neticesi ortaya çıkar. Bu durum, normal horlama esnasındaki sürecin aynısıdır; fakat apnede hava yolu neredeyse kapanacak şekilde daralır. Neticede, kandaki oksijen miktarının azalmasına, karbondioksit miktarının artmasına sebep olunur. Bu durum gece boyunca birkaç defa tekrarladığında, düzenli uyku imkânsız hâle gelebilir. Böylece şiddetli yorgunluk ve hayat kalitesinde düşüş meydana gelebilir. Önemli bozuklukların ortaya çıktığı hastalarda bir saatte her biri yaklaşık 20–30 sn. süren 15 kadar apne nöbeti geçirme söz konusudur. Beynin arka bölgesine yerleştirilmiş solunum merkezleri, artan karbondioksit miktarını düşürmek üzere, sisteme sinyal göndererek, insanı derhal uyandırır. Şuurumuz taalluk etmeden mükemmel şekilde çalıştırılan bu refleks, söz konusu rahatsızlıktan doğabilecek olumsuzlukların giderilmesi için hayatî bir sigortadır. 

Uyku apnesi, ağız ve burun seviyesinde hava akımının kesilmesi (obstüriktif apne), hem hava akımının hem de solunum hareketlerinin kesilmesi (santral apne) veya bunların her ikisinin birlikte olması (miks apne) gibi birkaç şekilde görülebilir. Ayrıca çok yorgun olmak da, horlama ve apneyi artırır.

Apne, kişiyi yeterli oksijen seviyesinden mahrum bırakıp kalbin normalden daha zor çalışmasına sebep olabileceğinden, yetişkinlerde kalb yetmezliği gibi ciddi sağlık problemleri riskini de artırır. 

Apne teşhisi nasıl konulur?
Apne riski taşıyanlar genellikle aşırı kilolu ve kısa boyunludur; bu kişilerin altçenesi biraz geridedir. Apne teşhisini koymak için, başta burun olmak üzere bütün solunum yollarındaki tıkanıklar çok iyi değerlendirilmelidir. Geceleyin uyku bölünmesi, huzursuz uyuma, gündüzleri aşırı uykulu olma, uyurken gürültülü horlama, soluk almada uzun duraklamalar, sabahları yorgun bir şekilde veya baş ağrıları ile uyanma, apne rahatsızlığının olduğunu destekleyen işaretlerdir. Lâboratuvarda kandaki oksijen miktarı, nabız hızı, göz hareketleri, çene sesi, ağız boyunca olan hava akımı, göğüs kafesinin hareketi ve kalb ritimleri belirlenerek teşhis kesinleştirilir.

Horlama ve apne tedavisi
Bazı horlamaların sebebi, hayat tarzına bağlı alışkanlıklar olduğundan, bunlar bırakılabilir, değiştirilebilir veya en aza indirilebilirse horlama durdurulabilir. Fazla kilolarından kurtulan hastaların % 80'inde horlamanın önemli derecede azaldığı veya tamamen ortadan kalktığı görülmüştür. Zayıflamayla boğaz dokusundaki yağlar da azalacağından kişinin genel sağlık durumunda da iyileşmeler görülecektir. Ayrıca düzenli egzersizler, kas gücünün gelişmesine katkıda bulunarak horlamanın azalmasına vesile olabilir. 

Bazı hastalarda horlama ve solunum durması, sadece sırtüstü yatarken ortaya çıkmaktadır. Şişmanlık olmadığı hâlde horlama varsa, buna karşı bir tedbir olarak, sırt üstü yatmak yerine yan taraf üzerine yatılmalıdır. En uygun uyuma pozisyonu, sağ taraf üzerine yatmadır, ayrıca bu yatış şekli sünnettir (bkz: Sızıntı, Nisan 2006). Yüksekçe bir yastıkta uyumak da horlamanın azalmasına vesile olabilir. Ayrıca yatmadan önceki üç saat içerisinde sakinleştirici ilâçları ve uyku haplarını almamak ve ağır yemek yememek gerekir. 

Bu tedbirlerle horlama giderilemediği takdirde bir kulak-burun-boğaz doktoruna müracaat edilerek ilâç veya cerrahî tedavilere geçilebilir. Burunda tıkanıklığa yol açan alerjiler varsa soluk almayı kolaylaştıran ilâçlar tavsiye edilir. Eğer burundaki tıkanıklık birkaç gün içerisinde düzelmezse, farklı tedavi şekilleri düşünülmeli, ilâçlar uzun süre kullanılmamalıdır. Apneye ilâç tedavileri netice vermemişse, uyku esnasında oksijen maskesi takılması gerekebilir. En son çare olarak cerrahî müdahale ile tıkanıklığa sebep olan burun problemleri, damak veya küçük dildeki sarkmalar ile çene yapısındaki şekil bozuklukları ameliyatla düzeltilebilir. 

Çevremizdeki hassas insanların veya aile içinde, eşler de dâhil olmak üzere, insanların horlamadan rahatsız olmamaları için gerekli ne varsa yapmak, onların hukukuna saygı açısından önemlidir. Diğer yandan da horlama problemi olan insanlarla yaşamak durumunda olan insanlar, bu duruma kısa süreli de olsa hoşgörü ile yaklaşmalı ve horlayan insanları küçük düşürücü bir tavır sergilememeli, gerekli tedbir ve tedaviler konusunda onlara yol göstermelidir. Bilhassa eşler arasında bu problem büyümeden tedavi yolları aranmalıdır.

Kaynak
- Snoring and Sleep Apnea, http://hcd2.bupa.co.uk/fact_sheets/pdfs/snoring.pdf
Şakir ASLAN  

17 Ekim 2012 Çarşamba

Yatalak hastalara iyi haber!


Felç, doku sertleşmesi gibi sağlık sorunları nedeniyle hayatını yatağa bağımlı veya oturarak geçirmek zorunda kalan, bu nedenle vücutlarında yaralar oluşan ve dolaşım problemleri yaşayan hastalar için ''şort'' geliştirildi.''New Scientist '' dergisinde yayımlanan makalede, nörologlarca geliştirilen şortun, hastaya az miktarlarda elektrik akımları yolladığı, bu sayede dokuların uzun süre basınç altında kalmasına bağlı olarak gelişen ve daha çok kuyruk sokumu ve çıkık kemikler üzerinde oluşan doku ölümüne bağlı yaraları engellediği belirtildi.Kanada 'nın Calgary Üniversitesi'nden Sean Dukelow ve ekibi, geliştirdikleri ''akıllı şortlar'' sayesinde, vücutta söz konusu yaraların oluşmasının engellenebileceğini bildirdi...http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Yatalak-hastalara-iyi-haber/862002/

14 Ekim 2012 Pazar

Kansızlık, hastalık habercisi olabilir


Hematoloji uzmanı Prof. Dr. İsmet Aydoğdu, kansızlığın hastalık habercisi olduğunu söylüyor.
 Başlı başına bir hastalık olmayan kansızlığa demir, B12 ve C vitaminleri, folik asit, çinko ve bakır eksikliği sebep olabiliyor. Aydoğdu, “Bunların altından basit bir ülser ya da kanser de çıkabiliyor. Nedeni bilinmeden yapılan kansızlık tedavisi, önemli hastalıkların geç tanı ve tedavisine yol açıyor. Nedeni bilinmeyen kansızlık tedavi edilmemeli.” diyor. Yetişkinlerde daha sık görülen kansızlıkla ilgili “Sadece bitkisel gıdalarla beslenmede hem demir hem de B12 eksikliği olur. Et protein, demir ve B12 kaynağıdır. Demir ve B12 eksikliği, beyin fonksiyonlarını etkiler. Özellikle B12 vitamini eksikliğinde bunama bile görülebilir. Bacaklarda uyuşma, karıncalanma ve ağrılar olabilir.” diyen Aydoğdu, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Halsizlik, yorgunluk, çarpıntı, baş ağrısı, idrarda renk değişikliği, ateş, terleme ve kilo kaybı kansızlık belirtileridir. Bu durumda doktora başvurulmalı

12 Ekim 2012 Cuma

Bir’e Sevdalı Gençler



Yaşar BEÇENE

Bir Tatlı Adem hatırı için;

Bir'e sevdalı gençler; davam deyip gittiler
Bir’in hülyası ile ocak ocak tüttüler

Yurt olmuştu Afrika tâ buz kesen Sibirya
Bozkır hülyalarını emziren Amuderya

Çiçek çiçek açarken sararan bahçelerde
Solmayan muştuları verdiler seherlerde

Yudumlarken acıyı şeker şerbet saydılar
Yaşatma arzusuyla rayihalar yaydılar

Asrın güvercinleri gölge oldu canlara
Kutsal mühür vuruldu titreyen fermanlara

Işıl ışıl gözleri; secdeli alınları
Lâl ü güher sözleri; bahardır yarınları

Bu gençler âlemlerin umudu sevincidir
Çekilmez elemlerin içindeki incidir

Bindikleri atları gümüşten kanatlıdır
Âdemdir her birisi; hem de baldan tatlıdır

Avuçlara dolarken gökyüzünden şualar
Ne gamdır ne kederdir ılgıt ılgıt dualar

Zaman küçük bir andı; mesafeler daraldı
Âdem Bir’e uzandı gurbette tadı kaldı

Hibrit yöntemiyle, kalp hastaları 2 günde taburcu oluyor


Hibrit (melez) kavramı daha çok hem elektrikle hem de benzinle çalışan otomobiller için kullanılıyor. Fakat bugünlerde hibrit kalp-damar cerrahisi alanında cerrah ve kardiyoloğun birlikte gerçekleştirdiği ve hastaya daha az zarar veren işlem olarak tanımlanıyor.
Bu yöntemi uygulayan Türkiye Diyanet Vakfı 29 Mayıs Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Turan Yılmaz, “Birçok ağır kalp hastalığında, ileri yaşlı hastalar veya açık kalp ameliyatlarına dayanamayacak akciğer-böbrek-karaciğer hastalığı bulunanlarda hibrit girişim uyguluyoruz. Kardiyologlarla beraber ameliyata girerek; hastalığın bir kısmını anjiyo ile bir kısmını da küçük kesilerden ameliyat yaparak gideriyoruz. Bu şekilde ölüm riskini azalttığımız gibi, hastanın daha çabuk sağlığını kazanmasını da sağlamış oluyor. Hibrit girişim açık cerrahinin karşıt alternatifi değil, yeni bir opsiyonu olarak kabul görmektedir.” diyor.
Bu operasyonlar için kalp-damar cerrahisi bölümlerine de mutlaka hibrit ameliyathanelerin olması gerektiğini belirten Yılmaz şu ifadeleri kullanıyor: “Burada hem girişimsel radyoloji hem de cerrahi girişimleri aynı anda yapılıyor. Bu konuda kalp damar cerrahisi kliniklerine anjiyo cihazları alınmalı. Bu bölümlerde bu cihazlar olmadığı için maalesef genelde açık ameliyatlar tercih ediliyor. Hibrit yöntemine göre 2 günde taburcu olup, bir haftada hastalığı atlatacak kişiler bir aydan önce iyileşemiyor.
Yılmaz’ın verdiği bilgilere göre, hibrit endovasküler (damar içi) girişimlerde hasta kaybedilme oranı yüzde 0,5’in altında iken sadece vücuda kan dağıtan aort atardamarındaki anevrizmaların (balonlaşmanın) cerrahi tedavisinde hastanın ameliyata bağlı kaybedilme oranı yüzde 5-10 civarında.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Âmâlar İçin Yeni Bir Ümit: Biyo Retina


Görebilmenin ne kadar büyük bir nimet olduğunun çoğu zaman farkında olmayız. Ne zaman ki, bir göz rahatsızlığı yaşar veya âmâ bir kişinin karşılaştığı zorluklara şahit oluruz, işte o zaman bize bahşedilen bu büyük nimeti hatırlarız. Âmâların problemlerine çözüm bulmak için, çeşitli sahalarda araştırmalar sürüyor. Retina implantasyonları, âmâlar için son yıllarda büyük bir ümit ışığı olarak gündemdeki yerini koruyor. Yeni bir göz implantasyon tekniği, âmâ kişilerin okuyabilecek kadar görmelerine imkân sağlamayı vaat ediyor.

Nano Retina adlı şirketin geliştirdiği teknik, bugüne kadar uygulanan ikinci metot. 2011'de bir şirket, tam anestezi altında 4 saat süren bir ameliyatla hâricî bir aparat ve bir antenle görme desteği sunmuştu. Oldukça maliyetli olan bu ameliyatlar sayesinde birçok kişi artık görebiliyor. Bu teknikte, gözlük üzerindeki kameradan gelen görüntüler, yine gözlük üzerine yerleştirilmiş antenden telsiz yayını ile retinaya yerleştirilen mini algılayıcılara iletiliyor. Sözkonusu tekniğin biyo retinaya kıyasla dezavantajı, bir aparatın taşınma mecburiyeti. Yeni teknik bu olumsuzluğu ortadan kaldırıyor; artık anten veya hâricî bir cihaza ihtiyaç duyulmuyor. İmplant malzeme retina üzerine yerleştiriliyor ve bu tabaka bir lâzer ışığı ile aktive ediliyor. Ameliyat ise, bir yarma operasyonu ile yarım saatte tamamlanıyor. Bu tekniğin en büyük dezavantajı ise renkleri tanımaması, yani siyah-beyaz (gri tonları ile) bir görüntü sunması. Klinik denemelerin 2013 yılında tamamlanması hedefleniyor.

http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/saglik-bilim-teknoloji-ekim-2012.html

4 Ekim 2012 Perşembe

Hipertansiyon hastalarını sevindirecek tedavi!


Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp FakültesiKardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr.İbrahim Keleş , yazılı açıklamasında,hipertansiyon hastalarının yaklaşık yüzde 20'sinde çoklu ilaç tedavisine rağmen tansiyonun normale dönmesinin sağlanamadığına işaret etti. Keleş, en zor grup olan bu grupta ''renal denervasyon''un, ''en uygun'' tedavi olduğunu belirttiBu işlemin, böbreğin santral sinir sistemi ile ilişkisini kesmeye dayandığını kaydeden Keleş, tedavide radyofrekans dalgaları kullanılarak böbrek arterinin çevresindeki sempatik sinirlerin devre dışı bırakıldığını ifade etti.Prof.Dr. Keleş, işlemin anjiyoya benzer bir yöntemle yapıldığını, 30 dakika civarında sürdüğünü ve hastaların 1-2 gün sonra taburcu edildiğini anlattı.Türkiye'de az sayıda merkezde uygulanan bu yöntemin, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde de uygulanması için Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Keleş öncülüğünde çalışmalara başlandığı bildirildi.
http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Hipertansiyon-hastalarini-sevindirecek-tedavi/845139/