Modernizmin
tesirinde kalan tüketim toplumlarında gençliğin durumu içler acısı. Başta dil
olmak üzere her şey yozlaşıyor. Bilhassa basın-yayın yoluyla yapılan bilgi
zehirlemesinin toplumun kültürel yapısına vurduğu darbe, bugün oldukça yüksek
seviyelerde. İnsanların hayat tarzını, düşünce yapısını ve kullandığı dili
tesiri altına alan bir süreç yaşanıyor. Artık bütün dünyayı saran global bir
kültür emperyalizmidir başa çıkılması gereken. Zîrâ nesiller, büyük bir
yozlaşmayla karşı karşıya.
"Manyak bir film, by by, korkunç güzel, uçtum, koptuk
abi..." tarzı ifadeler yalnız Türkiye'de değil, Avrupa ülkelerinde de
kullanılıyor. Meselâ Almanya'da doğup büyüyen yarım milyondan fazla Türk
menşeli talebe, menfî tesir kıskacının tam ortasında yaşıyor. Yozlaşmanın
boyutunu anlamak için bu kişilerin dillerine, giyim-kuşamlarına ve
şahsiyetlerinin nasıl geliştiğine bakmak yeterli.
Türkiye'de de, Avrupa toplumlarındaki gençler arasında
müşahade edilen davranış şekilleri hızla yaygınlaşıyor. Batı toplumlarında
tarihî ve sosyo-kültürel gelişmelerin, Rönesans, Aydınlanma, Pozitivizm gibi
akımların tesiriyle ortaya çıktığı biliniyor. Bunlar tabiî süreci içinde bizde
yaşanmamasına rağmen, onlarda bir netice olarak görülen tüketim çılgınlığını
bizim gençlerimiz, kestirmeden ve o süreçleri yaşamadan uyguluyor. Meselâ Alman
toplumunda, değerler sisteminin dumura uğraması, inançsızlık, aşırı
ferdîyetçiliğin menfî neticeleri ve aile kurumunun çözülmesi tartışılıyor.
Almanya Federal Aile Bakanı Ursula von der Leyen, Katolik ve Protestan
kiliseleriyle görüşerek "değerlere bağlı eğitim ittifakı" kurmaya
çalışıyor. Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Anayasası'nda, okullardaki eğitimin
temel hedefleri arasında "Allah'a saygı" da yer alıyor. Bize ne
oluyor ki, bunca tarihî birikimimize, insanın bütün ihtiyaçlarını tabiatına en
uygun şekilde düzenleyen İslamiyet'in getirdigi altın prensiplere ve Anadolu'da
pişmiş çok zengin kültürümüze rağmen, gençlerimiz Batı'nın pespaye ve
problemlerle dolu sosyal süreçlerini yaşamaya çalışıyor?
Almanya'da yaşayan gençlerin davranışlarına yansıyan menfî
tesirlerinden dolayı üç yabancı kelime, şu günlerde itici şekilde ortada
dolaşıyor: "spass, lust ve cool." Onların dünya görüşlerine,
kendilerini ifade etmelerine, günlük hayatlarına, bilhassa öğrenme süreçlerine
oldukça tesir eden bu kelimelere dikkat çekmekte fayda var. Gençlerin
dillerinden düşürmedikleri bu kelimeler, şahsiyetlerinin şekillenmesinde
neredeyse ana unsur hâline gelmiş bulunuyor. Sözkonusu kelimelerin mânâlarından
hareket edilirse, eğlence ve keyif (spass), arzu ve istek (lust), aykırı olmak
ve gösteriş (cool), gençlerin davranışlarında itici rol oynuyor. Bunun felsefî
temeli de var aslında. Yalnız biyolojik varlık olarak görülen insanın hayatı,
nefsî arzuları etrafında ve dışa yönelik olarak şekilleniyor. Öze inecek
iradeye ve vicdanî mekanizmalara fermuar çekilirken, içte de büyük mânevî
boşluklar oluşuyor.
Ahlâkî değerler sisteminin eksikliğinden doğan bu boşluğu
"cool olma" hâli dolduruyor. "Cool olma" uğruna hangi
maskaralıklara girmiyorlar ki! Giyim kuşamdan, saç şekline, yürüme ve konuşma
tarzına kadar tesirini gösteren bir anlayış bu. Buna‚ kendini başkalarına
beğendirme, kabul ettirme ruh hâli de denebilir. Artık gençler bütünüyle
popüler kültürün tesirinde. Talepleri bile, zevklerini kendi çıkarlarına göre
ipotek altına alan bu dayatmacı kültüre göre şekilleniyor. "Cool
olma" sevdasına tutulmuş gençler neyi talep ederler? Markalı elbise ve
ayakkabı giyme, garip şekillerde saç boyama ve kesme, rahatsız edici müzik
dinleme, erken yaşlarda ehliyet alıp arabayla hava atma bu gençlerin tutkuları
arasında sıralanabilir. Bunların hepsi hem tüketimi, hem de tüketilen eşyalar
üzerinden kimliği tarif etmeye yöneliktir. Kendisi, ailesi ve toplumu için
hiçbir şey üretmeyen, bütün zevklerini tüketime endeksleyen bu gençler, nefsî
arzularının tatmininden başka bir şey düşünemez hâle gelir. Oysa‚ "Talebin
kıymeti, insanın kıymetini artırır." derler. İnsan, yaratılış gayesi
açısından çok değerli bir varlık iken, sadece nefsi arzularına göre talepte
bulunduğunda, kendini oldukça değersiz hâle getirir. Ancak insan böyle bir
sürece girince bunun farkına bile varamaz. Zîrâ insan, yalnız bu talepler için
dünyaya gönderilmemiştir. O, iradesiyle, sözüyle, aklıyla, vicdanıyla ebediyete
ve Cennet'e namzet yaratılmış mükemmel bir varlıktır. Talebi Allah'ın rızası ve
ebediyet olduğu takdirde genç, "kâmil insan" olma yoluna girer; talep
edilen, ardı arkası kesilmeyen nefsî arzular olduğu takdirde ise genç, hayvanî
isteklerin kıskacında büyük mânevî boşluklara dûçar olur.
Netice bellidir artık: Kendini ve duygularını sözlerle ifade
edemeyince, beyinlerde ciddi bir düşünce yapısı oluşmayınca, iç dünya dışa
vurmaya başlayınca "cool olma" garabeti ortaya çıkar. Bu ruh hâline
göre terbiye sınırlarını aşan bir davranış, toplum içinde uygunsuz bir söz,
insana yakışmayacak garip bir bağırma, bütün dünya ona bakıyormuşçasına özenli
yürüme, her gün değişik renk ve şekillere dönüştürülen saçlar, şekilciliğin ve
gösterişin en açık yansıdığı giyim tarzları hep bu "cool olma" uğruna
yapılır.
"Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı
dünya" sözü, konuyu tam olarak aksettiriyor. Böyle bir hayat tarzında
mesuliyete, düşünceye, edebiyata, sanata, estetiğe, öğrenmeye, azim ve
çalışkanlığa yer yoktur. Yeter ki "lust ve cool" olsun! Fakat ne
çare! Sağlam bir inanç temeline oturmayan hayat tarzının insanı rûhen/mânen
tatmin etmesi mümkün değil. Ebed için yaratılan ve gerçek bir değerler hazinesi
olan insanın, kendine, ailesine, çevresine ve içinde yaşadığı topluma karşı
mes'uliyet hissine; mânevîyata, ahlâkî kurallara ve edebe ihtiyacı var. Bunlar
ise ancak Yaratıcı'yı hakkıyla tanımak ve O'na "kul" oldugunu idrak
etmekle elde edilir. Gerçek hürriyet, nefsin istekleriyle değil, Allah'a
kullukla kazanılır. Allah'a kulluk bütüncül bir anlayışla tarif edildiğinden,
bedenle birlikte, akıl, vicdan, kalb ve nefis yaratılış gayeleri istikametinde
istihdam edilir. Haram-helâl düşüncesi, hayata yüklenen ebedîlik yörüngeli
mânâ, sırat-ı müstakîm anlayışı ve her zaman "rıza-i ilâhî" hedefli
gayret, insanı şerefli bir varlık derecesine yükseltir. İnsanın nebatî ve
hayvanî mertebeden insanî mertebeye yükselmesi de bu şekilde mümkün olur. Aksi
hâlde kendi nefsî arzularının pençesinde "cool"luk bataklığında
debelenme mukadderdir. Nefsî arzuların sonu gelmez; onu gemlemek ise, ancak
bazı kriterlerle mümkün. Hakikî bir iman bu kriterlerin başında gelir.
Dolayısıyla gençlerimize, hayatını insanın yaratılış gayesine
uygun geçirmesi için, gerekli ahlâkî ve mânevî donanımı vermeliyiz. Bu da ancak
küçüklüğünden itibaren ciddiyetle ele alınan sağlam ve tutarlı bir aile içi
eğitimle gerçekleşebilir. Kültürümüzde genel çerçeve aslında müşahhas şekilde
belirlenmiştir."Helâl dairedeki zevkler keyfe kafidir, harama girmeye
lüzum yoktur." sözü çerçeveyi özlü şekilde ifade eder. Haram-helâl
çerçevesini bilerek hareket etmek hayatı kolaylaştırır, insanı rahatlatır. Bu
duruş, özenti sun'îliğinden kurtarır, özdeğerlere güven hissini pekiştirir ve
insanı hayâ duygusuna sahip kılar. Utanma duygusunun yok olduğu bir toplumda,
Müslüman bir gencin iradesinin hakkını verme zarureti vardır. Aksi hâlde Yüce
Yaratıcı'ya kulluğun verdiği vicdan genişlemesi ve mutluluk; yerini,
zevk/eğlence tutkunluğuna ve "cool"luğun kasvetli havasına
bırakacaktır. Bu durumda da nefsî arzuların boğucu labirentlerinde
tatminsizlik, hayata küsme ve gerçek mânâda yaşama sevincinden mahrum olma,
gençliğimizin kaderi hâline gelecektir. Kulluk şuurunun vereceği vicdan
genişlemesi ve kalb huzuru ile Allah'a tam bir teslimiyet, bugünkü neslimizin
içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtuluş yoludur.