Popüler Yayınlar

23 Mayıs 2013 Perşembe

Karaciğer hastalığını engelliyor


Kahveninin sabah uyku mahmurluğunu gidermede yardımcı olduğu biliniyor. Başka bir araştırmada ise kalp sorunlarının engellenmesinde yardımcı olduğu ileri sürülmüştü. Ama en son yapılan araştırmada günde bir bardak kahve içmenin insanı karaciğer hastalığının yıkıcı etkisinde koruduğu ifade edildi.

ABD'deki Mayo Clinic tarafından yapılan araştırmada iki karaciğer bozuklukları üzerinde kahvenin etkisi incelendi. Bunlar Primer sklerozan kolanjit (PSC) ve primer biliyer siroz (PBC) olarak belirtildi.

Uzmanlar bu iki hastalığa yakalanmış kişiler ve aynı zamanda kontrol grubu olarak sağlıklı kişilerle bir çalışma gerçekleştirdi. Çalışma sonucunda PSC hastası kişilerin kontrol grubundaki kişilere göre daha az kahve içtiği tespit edildi. Kontrol grubundaki kişilerin yüzde 20 daha fazla kahve tükettiği belirlendi. Ayrıca çalışmada kahvenin PSC oranının düşük olmasıyla bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Bu düşük oran PBC'de görülmedi.

Araştırma bu iki hastalığın farklı mekanizmalarla geliştiğini gösteriyor. Uzmanlar daha çok araştırma yaparak bunun nedeninin ortaya çıkarılabileceğini düşünüyor.

Araştırma sonuçları Florida eyaletinin Orlando kentinde düzenlenen Sindirim Hastalıkları Haftası'nda bir konferansta açıklandı.

Daha önce yapılan bir dizi araştırmada kahvenin birçok hastalıkla ilgili olumlu etkisinin olduğu ortaya çıkmıştı. Araştırmalara göre kahve Alzhimer, cilt kanseri ve kalp yetmezliği sorunlarının engellenmesine yardımcı olabilir. 

16 Mayıs 2013 Perşembe

Fazla çikolata stres yapıyor


Stres, günümüzde çok fazla baş gösteren ve insan vücudunun tüm dengesini alt üst eden bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Uzmanlar, insanları mutlu eden bir besin olan çikolatanın fazla tüketilmesinin strese neden olduğunu belirtiyor.
Uzman Diyetisyen Serkan Tutar çikolata ile birlikte hangi besinlerin stresi arttırdığı konusunda önemli bilgiler verdi. Tutar, "Artık hayatımızın bir parçasıdır stres. Herkesin zihnini kurcalayan, geceleri çekilmez kılan ve dengeyi altüst eden en önemli duygu durumudur. Stres, saç dökülmesinden tutunda, halsizlik, yorgunluk, baş ağrısı, isteksizlik ve duygu durum bozukluklarına neden olduğu gibi kilo almanızın temel sebebi de olabilir mi? Yapılan birçok bilimsel çalışma bunu işaret etmektedir. Bugüne kadar stres durumunda daha fazla yemek yeriz ve kilo alırız diye bilirken, bugün dengeli beslenseniz dahi stresin kilonuzu arttırdığı bilinmektedir." diye konuştu.
Serkan Tutar, stresi artıran besinleri ise şöyle sıraladı: "Kahve: İçerisinde bulunan kafein nedeni ile huzursuzluğa ve kalp çarpıntısına neden olabilen kahveyi fazla tüketmek kişinin o gün için daha stresli olmasına neden olabilir. Çay: Özellikle koyu siyah çay içme alışkanlığı olan bireylerde yaşanan stres problemleri daha fazla olabilir. Yine kahve gibi yoğun kafein alımı kişide çarpıntıya neden olabilir. Aynı durum 4 kupanın üzerinde içilen yeşil çay içinde geçerlidir. Hızlı kalp çarpıntısı kişinin stres durumunun artmasına neden olur. Kolalı içecekler: Kafein içeriği yüksek olan diğer bir içecekte kolalı içeceklerdir. Bu içecek alışkanlığı olan bireylerinde stres yaşama durumları ve riskleri, içmeyenlere göre çok daha yüksektir. Çikolata: Her besinde olduğu gibi tüketim miktarı ve sıklığı çikolata içinde geçerlidir. Çikolata insana mutluluk veren bir besin olsa da fazla miktarda tüketilmesi kafeinin vücuda alımını artıracaktır. Bu durum kişide ekstra stres durumuna neden olabilir. Ama az miktarda ve çok sık tüketilmediğinde ekstra seratonin salgılanması anlamına gelmektedir."
'BİRDEN FAZLA İŞ YAPMAYIN!'
Tutar, önerilerini ise, "Genel olarak birçok işi bir arada yapan bireyler veya çalışanlar, kıymetli personel veya işi bilen kişiler olarak değerlendirilse de bu durum ekstra stres anlamına gelmektedir. Bu durumda çalışan bir bireyseniz kesinlikle birkaç işi aynı anda değil bir işi yapmalısınız. Çünkü yapmış olduğunuz her iş size fazladan yük demektir. Kendinize zaman ayıramamanız, üzerinizdeki stresin her geçen gün artması kalp, tansiyon ve kilo problemlerini beraberinde getirir. 

2 Mayıs 2013 Perşembe

Baba, çocuğuna arzularının sınırlı olduğunu ve nerede duracağını öğretmeli


Fatih Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cengiz Şimşek, babanın çocuğuna arzularının sınırlı olduğunu anlatması, nerede duracağını öğretmesi gerektiğini vurguladı.
Cengiz Şimşek, Moral FM'de Fethi Çağıl'ın sunduğu Radyobüs programına konuk oldu. Programda ebeveynlerin çocuklar ile diyaloguna değinen Şimşek, anne ve babaları görev alanlarını bilmeye, rollerini bir birine karıştırmamaya davet etti.
Şimşek, "Baba, annenin yaptığı bazı şeyleri yaptığında çocuğun kafasındaki annelik ve babalık rolü karışıyor. Çocuğun karakterinin oluşması ve kemale ermesi anlamında babalık rolü iyi belirlenmeli. Çünkü anne şefkati anlatırken baba evde otoriteyi ve dengeyi ifade eder. Ve çocuklara sınırsız arzularının olmayacağını öğretir."" dedi.
Herkesin gerçek manada baba olamadığına işaret eden Şimşek, "Çocuğun karakter eğitiminde babanın rolü birçok ülkede ihmal edilmiştir. Bu anlamda baba başrolde olması gerekir. Çünkü bizim çocukluğumuz baba öldüğünde bitiyor. Bu bizim toplumumuza has bir şeydir. Batı'da daha bireysel bir yapısı vardır." ifadelerini kullandı. Yrd. Doç. Dr. Şimşek, şöyle devam etti:
"Gelişmiş ülkelerde evlilik, anne ve baba okulları vardır. Bu konuda çok fazla tecrübe sahibi olmuşlardır. Çocuklar belli bir yaşa geldikten sonra onlarla ilgilenen kurumlar var. Bizde ise çok yüzeysel bir bakış var. Erkek olan herkes koca olur, koca olan herkes de baba olur. Teoride bu böyledir ama pratikle ciddi sıkıntılar var. Çünkü babalık çok önemlidir. Olmadan önce sıkı bir eğitimden geçmelidir. Kurumlarımız yok. Herkes kendi çapında anne babasından ne öğrendiyse, çevresinden neler öğrendiyse onunla ilgilenir. Ama bu durum böyle olmaması gerekiyor. Baba sizi dış dünyaya alıştırandır. Babanın rahle-i tedrisinde diz çöküp eğitim almayacaksanız bir şeyler eksiktir demektir."
Çocukların tavrından evde bir baba veya bir erkek olup olmadığının anlaşıldığını belirten Cengiz Şimşek, "Evde babalık rolünü iyi yapamayan ya da babası olmayan çocuklar sıkıntı gösteriyor. Bu durumu anlayan öğretmenler ailesine 'Evde erkek var mı, yok mu?' diye soruyorlar. O yüzden ilköğretim sisteminde de babanın varlığı çok önemlidir. Kendisini çocukta hemen hissettiriyor. Çocuğa nerede şefkat gösterecekleri nerede kızacaklarını öğretiyoruz." diye konuştu.
"BABA, ÇOCUĞA ARZULARIN SINIRLI OLDUĞUNU ÖĞRETİR"
"Nasıl bir okulda erkek öğretmenin yaptırım gücüyle kadın öğretmenin yaptırım gücü arasında ciddi bir farklılık varsa aynı durum aile hayatında anne ve baba rolünde vardır." diyen Şimşek, şu uyarılarda bulundu:
"Baba bir veya iki defa söyler. Daha fazla söylemez bu iş biter. Bir oyuncak reyonunda çocuk bir şey istediğinde annesinin onu alması için kendisini yere atıp ağlarken babanın 'hayır' demesi onun için yeterli olur. Böylelikle baba burada çocuğa arzularının sınırlı olduğunu, nerede duracağını bilmesi gerektiğini gösterir. 

1 Mayıs 2013 Çarşamba

"Cool" ve Kul Olmak Arasında


Modernizmin tesirinde kalan tüketim toplumlarında gençliğin durumu içler acısı. Başta dil olmak üzere her şey yozlaşıyor. Bilhassa basın-yayın yoluyla yapılan bilgi zehirlemesinin toplumun kültürel yapısına vurduğu darbe, bugün oldukça yüksek seviyelerde. İnsanların hayat tarzını, düşünce yapısını ve kullandığı dili tesiri altına alan bir süreç yaşanıyor. Artık bütün dünyayı saran global bir kültür emperyalizmidir başa çıkılması gereken. Zîrâ nesiller, büyük bir yozlaşmayla karşı karşıya.

"Manyak bir film, by by, korkunç güzel, uçtum, koptuk abi..." tarzı ifadeler yalnız Türkiye'de değil, Avrupa ülkelerinde de kullanılıyor. Meselâ Almanya'da doğup büyüyen yarım milyondan fazla Türk menşeli talebe, menfî tesir kıskacının tam ortasında yaşıyor. Yozlaşmanın boyutunu anlamak için bu kişilerin dillerine, giyim-kuşamlarına ve şahsiyetlerinin nasıl geliştiğine bakmak yeterli.

Türkiye'de de, Avrupa toplumlarındaki gençler arasında müşahade edilen davranış şekilleri hızla yaygınlaşıyor. Batı toplumlarında tarihî ve sosyo-kültürel gelişmelerin, Rönesans, Aydınlanma, Pozitivizm gibi akımların tesiriyle ortaya çıktığı biliniyor. Bunlar tabiî süreci içinde bizde yaşanmamasına rağmen, onlarda bir netice olarak görülen tüketim çılgınlığını bizim gençlerimiz, kestirmeden ve o süreçleri yaşamadan uyguluyor. Meselâ Alman toplumunda, değerler sisteminin dumura uğraması, inançsızlık, aşırı ferdîyetçiliğin menfî neticeleri ve aile kurumunun çözülmesi tartışılıyor. Almanya Federal Aile Bakanı Ursula von der Leyen, Katolik ve Protestan kiliseleriyle görüşerek "değerlere bağlı eğitim ittifakı" kurmaya çalışıyor. Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Anayasası'nda, okullardaki eğitimin temel hedefleri arasında "Allah'a saygı" da yer alıyor. Bize ne oluyor ki, bunca tarihî birikimimize, insanın bütün ihtiyaçlarını tabiatına en uygun şekilde düzenleyen İslamiyet'in getirdigi altın prensiplere ve Anadolu'da pişmiş çok zengin kültürümüze rağmen, gençlerimiz Batı'nın pespaye ve problemlerle dolu sosyal süreçlerini yaşamaya çalışıyor? 

Almanya'da yaşayan gençlerin davranışlarına yansıyan menfî tesirlerinden dolayı üç yabancı kelime, şu günlerde itici şekilde ortada dolaşıyor: "spass, lust ve cool." Onların dünya görüşlerine, kendilerini ifade etmelerine, günlük hayatlarına, bilhassa öğrenme süreçlerine oldukça tesir eden bu kelimelere dikkat çekmekte fayda var. Gençlerin dillerinden düşürmedikleri bu kelimeler, şahsiyetlerinin şekillenmesinde neredeyse ana unsur hâline gelmiş bulunuyor. Sözkonusu kelimelerin mânâlarından hareket edilirse, eğlence ve keyif (spass), arzu ve istek (lust), aykırı olmak ve gösteriş (cool), gençlerin davranışlarında itici rol oynuyor. Bunun felsefî temeli de var aslında. Yalnız biyolojik varlık olarak görülen insanın hayatı, nefsî arzuları etrafında ve dışa yönelik olarak şekilleniyor. Öze inecek iradeye ve vicdanî mekanizmalara fermuar çekilirken, içte de büyük mânevî boşluklar oluşuyor.

Ahlâkî değerler sisteminin eksikliğinden doğan bu boşluğu "cool olma" hâli dolduruyor. "Cool olma" uğruna hangi maskaralıklara girmiyorlar ki! Giyim kuşamdan, saç şekline, yürüme ve konuşma tarzına kadar tesirini gösteren bir anlayış bu. Buna‚ kendini başkalarına beğendirme, kabul ettirme ruh hâli de denebilir. Artık gençler bütünüyle popüler kültürün tesirinde. Talepleri bile, zevklerini kendi çıkarlarına göre ipotek altına alan bu dayatmacı kültüre göre şekilleniyor. "Cool olma" sevdasına tutulmuş gençler neyi talep ederler? Markalı elbise ve ayakkabı giyme, garip şekillerde saç boyama ve kesme, rahatsız edici müzik dinleme, erken yaşlarda ehliyet alıp arabayla hava atma bu gençlerin tutkuları arasında sıralanabilir. Bunların hepsi hem tüketimi, hem de tüketilen eşyalar üzerinden kimliği tarif etmeye yöneliktir. Kendisi, ailesi ve toplumu için hiçbir şey üretmeyen, bütün zevklerini tüketime endeksleyen bu gençler, nefsî arzularının tatmininden başka bir şey düşünemez hâle gelir. Oysa‚ "Talebin kıymeti, insanın kıymetini artırır." derler. İnsan, yaratılış gayesi açısından çok değerli bir varlık iken, sadece nefsi arzularına göre talepte bulunduğunda, kendini oldukça değersiz hâle getirir. Ancak insan böyle bir sürece girince bunun farkına bile varamaz. Zîrâ insan, yalnız bu talepler için dünyaya gönderilmemiştir. O, iradesiyle, sözüyle, aklıyla, vicdanıyla ebediyete ve Cennet'e namzet yaratılmış mükemmel bir varlıktır. Talebi Allah'ın rızası ve ebediyet olduğu takdirde genç, "kâmil insan" olma yoluna girer; talep edilen, ardı arkası kesilmeyen nefsî arzular olduğu takdirde ise genç, hayvanî isteklerin kıskacında büyük mânevî boşluklara dûçar olur. 

Netice bellidir artık: Kendini ve duygularını sözlerle ifade edemeyince, beyinlerde ciddi bir düşünce yapısı oluşmayınca, iç dünya dışa vurmaya başlayınca "cool olma" garabeti ortaya çıkar. Bu ruh hâline göre terbiye sınırlarını aşan bir davranış, toplum içinde uygunsuz bir söz, insana yakışmayacak garip bir bağırma, bütün dünya ona bakıyormuşçasına özenli yürüme, her gün değişik renk ve şekillere dönüştürülen saçlar, şekilciliğin ve gösterişin en açık yansıdığı giyim tarzları hep bu "cool olma" uğruna yapılır.

"Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya" sözü, konuyu tam olarak aksettiriyor. Böyle bir hayat tarzında mesuliyete, düşünceye, edebiyata, sanata, estetiğe, öğrenmeye, azim ve çalışkanlığa yer yoktur. Yeter ki "lust ve cool" olsun! Fakat ne çare! Sağlam bir inanç temeline oturmayan hayat tarzının insanı rûhen/mânen tatmin etmesi mümkün değil. Ebed için yaratılan ve gerçek bir değerler hazinesi olan insanın, kendine, ailesine, çevresine ve içinde yaşadığı topluma karşı mes'uliyet hissine; mânevîyata, ahlâkî kurallara ve edebe ihtiyacı var. Bunlar ise ancak Yaratıcı'yı hakkıyla tanımak ve O'na "kul" oldugunu idrak etmekle elde edilir. Gerçek hürriyet, nefsin istekleriyle değil, Allah'a kullukla kazanılır. Allah'a kulluk bütüncül bir anlayışla tarif edildiğinden, bedenle birlikte, akıl, vicdan, kalb ve nefis yaratılış gayeleri istikametinde istihdam edilir. Haram-helâl düşüncesi, hayata yüklenen ebedîlik yörüngeli mânâ, sırat-ı müstakîm anlayışı ve her zaman "rıza-i ilâhî" hedefli gayret, insanı şerefli bir varlık derecesine yükseltir. İnsanın nebatî ve hayvanî mertebeden insanî mertebeye yükselmesi de bu şekilde mümkün olur. Aksi hâlde kendi nefsî arzularının pençesinde "cool"luk bataklığında debelenme mukadderdir. Nefsî arzuların sonu gelmez; onu gemlemek ise, ancak bazı kriterlerle mümkün. Hakikî bir iman bu kriterlerin başında gelir.

Dolayısıyla gençlerimize, hayatını insanın yaratılış gayesine uygun geçirmesi için, gerekli ahlâkî ve mânevî donanımı vermeliyiz. Bu da ancak küçüklüğünden itibaren ciddiyetle ele alınan sağlam ve tutarlı bir aile içi eğitimle gerçekleşebilir. Kültürümüzde genel çerçeve aslında müşahhas şekilde belirlenmiştir."Helâl dairedeki zevkler keyfe kafidir, harama girmeye lüzum yoktur." sözü çerçeveyi özlü şekilde ifade eder. Haram-helâl çerçevesini bilerek hareket etmek hayatı kolaylaştırır, insanı rahatlatır. Bu duruş, özenti sun'îliğinden kurtarır, özdeğerlere güven hissini pekiştirir ve insanı hayâ duygusuna sahip kılar. Utanma duygusunun yok olduğu bir toplumda, Müslüman bir gencin iradesinin hakkını verme zarureti vardır. Aksi hâlde Yüce Yaratıcı'ya kulluğun verdiği vicdan genişlemesi ve mutluluk; yerini, zevk/eğlence tutkunluğuna ve "cool"luğun kasvetli havasına bırakacaktır. Bu durumda da nefsî arzuların boğucu labirentlerinde tatminsizlik, hayata küsme ve gerçek mânâda yaşama sevincinden mahrum olma, gençliğimizin kaderi hâline gelecektir. Kulluk şuurunun vereceği vicdan genişlemesi ve kalb huzuru ile Allah'a tam bir teslimiyet, bugünkü neslimizin içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtuluş yoludur.