Popüler Yayınlar

25 Şubat 2014 Salı

Tatlı krizlerine dikkat!

Uzmanlar, kan şekerinin aniden düşmesi sonucu ortaya çıkan tatlı krizi ile baş etmenin en etkili yolunun düzenli beslenmeden geçtiğini söylüyor.
Kan şekerinin hızlı düşmesi durumu olarak bilinen hipoglisemi rahatsızlığının en önemli nedeni kişinin uzun süre boyunca aç kalması ve düşen kan şekerine bağlı olarak kişinin tatlı krizine girmesi olarak biliniyor. Uzmanlar, tatlı krizi yaşayanların günde mutlaka 2,5-3 saatte bir besin tüketmeleri ve ana öğünlerin arasında sağlıklı atıştırmalıklar tüketmelerinin önemine dikkat çekiyor. Uzmanlar, tatlı krizlerinin nedenleri arasında, bazı vitamin ve mineral yetersizlikleri, polikistik over sendromu, barsak parazitleri, üzüntü, mutsuzluk, stres, depresyon gibi duygusal durumları gösteriyor.  
FARKLI ALTERNATİFLER
Uzmanlar tatlı yeme isteği anında düşük kalorili tatlıların seçilmesi gerektiği belirterek şunları söylüyor, "Yenilecek tatlının türüne dikkat edilmesi gerekli. Baklava, şöbiyet, kadayıf gibi tatlılar yerine sütlaç, güllaç, dondurma gibi şeker oranı daha düşük tatlıları tercih edilmeli. Ayrıca kuru kayısı, incir, erik gibi kurutulmuş meyveler ve taze meyveler de birer alternetif olarak karşımıza çıkıyor."  
KRİZLE BAŞA ÇIKMANIN YOLLARI

Tatlı krizi ile başa çıkabilmek için birtakım önerilerin dikkate alınmasını ifade eden Uzmanlar, günlük 150 kaloriyi aşmayacak şekilde bir tatlı tüketiminin vücuda çok zararlı olmadığı söylüyor ve ekliyor: "Tatlıdan alınacak kaloriyi azaltmada etkili bir çözüm besinleri karıştırarak sağlanabilir...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_tatli-krizlerine-dikkat_2201745.html

24 Şubat 2014 Pazartesi

Necip Fazıl ve Yahya Kemal’e Nazire

Divan edebiyatı geleneğinin bir parçası olan nazire, çok beğenilen bir şiire şekil ve muhteva olarak benzer bir şiir yazmaktır. Bazı şiirler öyle beğenilmiş ve meşhur olmuştur ki, farklı şairler bu şiirin şekil özelliklerine benzeyen farklı muhtevalı şiirler yazmaktan çekinmemişlerdir. Bu, zamanla oldukça rağbet edilen bir "sanat" hâline gelmiştir. Özellikle 14. yy divan şairlerimizden Ahmet Paşa, bu sanatın önde gelen temsilcilerinden kabul edilir.

Nazirecilik, taklitçilik değildir, bilakis divan edebiyatında usta şairlerin sıkça müracaat ettikleri bir tarzdır. Zîrâ naziresi yapılacak şiir, o kadar güzeldir ki, artık o şairinden çıkmış ve bir atasözü gibi toplumun malı olmuştur. Böyle bir şiire nazire yapmak asla taklit olarak görülmemiş, farklı bir fikir ve duyguyu güzel ve beğenilen bir biçimde dile getirme olarak değerlendirilmiştir. 

Fethullah Gülen Hocaefendi de bu geleneği devam ettirerek, iki güzel şiire nazire örneği sunmuştur. Hocaefendi'nin Yahya Kemal ve Necip Fazıl'ın şiirlerine yaptığı nazireler bu sanatın günümüzdeki iki güzel numunesi durumundadır.

Utansın-Sıkılsın 
Fethullah Gülen Hocaefendi'den inceleyeceğimiz ilk şiir, Necip Fazıl'ın "Utansın" şiirine yapılan "Sıkılsın" adlı naziredir.

Her iki şiir de, şeklen aynı hususiyetlere sahip ki, bu nazirede, şiirin mühim bir yanıdır. Beyitlerle yazılan şiirler on birli hece vezniyle kaleme alınmış. Hocaefendi, şiirinin başlığı dolayısıyla redifi için "utansın"ı çağrıştıracak "sıkılsın" gibi hoş ve ustaca bir kelime seçmiştir. Necip Fazıl bütün şiirde ak seslerinden tam kafiye yaparken Kırık Mızrap Şairi kafiyeyi farklı ele almış ve üç farklı kafiyeyle şiirini bitirmiş. Bunda şairin mânâ kaygısını şekilden daha önde tutmasının ve kulak için kafiye düşüncesiyle hareket ederek şiirde bir nevi rahatlık ve esneklik sağlamak istemesinin tesirli olduğunu söyleyebiliriz.

Şiirlerin muhtevası ise asıl dikkat edilmesi gereken yönleridir. Her iki şiirde de cemiyet adına yapılması gerekenlerin, yapması gerekenler tarafından yapılmamasının hüznü çok veciz ifadelerle dile getirilmiş. Şiirlerin yazıldığı devirlerin en mühim ortak yanı, millet adına yapılması gereken bir yığın iş olduğu ve bu hayatî işlerin birileri tarafından mutlaka yapılması gerektiğidir. Dünyayı ben mi kurtaracağım, bir benle bu işler olur mu ki, sen kendini kurtarmaya bak, gibi bahanelerle insanların tembellik gösterdiği bir devirde her iki şair de zihinleri ve gönülleri sarsıcı mısralarla ikaz edip yapılması gerekenleri açıkça dile getirmişlerdir.

Necip Fazıl; tohum, mızrak, küheylan sembolleriyle bir hedefe ulaşma; bir gaye taşıma mânâlarını çok tesirli bir dille sunmuş. Ona göre dava adamının işi, geleceğin güzel günleri için topluma gül tohumları serpmek, neticeye bakmadan yola devam etmektir. Neticeye kilitlenen kişi, bir iki menfi durum karşısında hayal kırıklığı yaşayıp hedefe varmayan mızraklar karşısında yolculuğunu yarıda bırakma hatasına düşebilir. Bu sebeple dava adamı; yolların uzunluğu veya zorluğuna, engellerin büyüklüğüne bakmadan bir küheylan gibi varacağı hedefe kilitlenip bu yolda çatlamayı göze alacak kadar kararlı olmalıdır. Çünkü kendisine maziden gelen mukaddes bir emanet vardır ve bunu geleceğe sağlam bir şekilde ulaştırmak, boynunun borcudur. Yine şairin başka bir şiirinde ifade ettiği gibi dava adamı:

"Garip gelip gitmişiz, rafa koy evi barkı
Tek, dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı."
samimiyetiyle hareket etmek durumundadır.

Hocaefendi ise kalem, üveyk, akıncı kelimeleriyle benzer bir mânâ inceliğini ortaya koymuştur. Kırık Mızrap Şairi farklı olarak yaşanan bazı durumlara temas ederek okura biraz daha açık hedefler sunmuştur. Şiire Bediüzzaman Hazretleri'nin "Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok." düsturuna atıf yaparcasına bütün âleme rağmen doğru ve hak olanın yapılması gerektiğini anlatarak başlıyor. Devir, medenilere galebenin ikna ile olduğu bir devirdir ve evvela "kalem"le işe başlamak gerek. Zîrâ o, irşad ve tebliğin en keskin kılıcıdır. İdeal bir dava adamı, en tesirli yol olan "beyan" yolunu sadece hak ve hakikati anlatma adına kullanacak; Allah'ın sonsuz inayetini yegâne yoldaş bilip bigâne kalanları utancıyla baş başa bırakarak yoluna devam edecektir. Şair; şiirin devamında hicret ruhunu anlatır. Dava adamı akıncı bir ruha sahip olmalıdır. Karanlığın bağrına nuru taşıyan, giderken ardına dahi bakmayıp yolunun ötesinde ışığa hasret gönüllere ulaşma adına fedakârlık ve diğerkâmlık hisleriyle kıtaları arşınlayan bahtiyardır dava adamı. 

Kırık Mızrap Şairi, hâlimizi resmetmeye devam eder: Geçmişin bıraktığı koca bir medeniyet yerle bir olmuştur. Madde ve mânâ âlemlerimizi birbiriyle münasip bir üslûpla ören ve bundan büyük bir medeniyet çıkaran ecdat gitmiş, geride kadr u kıymet bilmeyen, işten anlamayan bir nesil türemiştir. Şair, bütün bu menfilikler yaşanırken bunlara göz yumanları utançları içinde bırakıp ve yeni nesle seslenerek şiirini bitiriyor. Ey davası adına canından vazgeçmeyi gözüne almış bahtiyar adam; sen, sana düşeni hakkıyla yap da geride kalanı utancıyla baş başa bırak!

Yedi Âşık Genç ve Işık Süvarileri
Hocaefendi'nin ikinci güzel naziresi Yahya Kemal'in Mehlika Sultan şiirinedir. Zaten Kırık Mızrap Şairi, şiirini bu büyük şaire ithaf etmiştir.

Her iki şiir de kendini bir davaya adayan idealist gençlerden bahseder. Mehlika Sultan dokuz, Işığa Gönül Verenler sekiz dörtlük. Mehlika Sultan, aruz; Işığa Gönül Verenler hece vezniyle yazılmış, Kırık Mızrap Şairi, vezni aynen kullanmayı gerek görmemiş. 

Şiirler, kendilerini bir ideal ve sevdaya adamış gençlerden bahseder. Muhtevalar aynı olsa da bakış açıları farklıdır. Mehlika Sultan şiirinde ince bir hüzün hâkimdir; Işığa Gönül Verenler' de ise aşk, şevk ve iştiyak vardır. 

Mehlika Sultan, Tanzimat'tan sonra Türk gençlerinin Batılılaşma macerasını anlatır. Bir zamanlar her şeyi Avrupa'da görerek o kapıyı ne pahasına olursa olsun aşındıran ve kendi benliğini de kaybettikten sonra kaybolan bir kayıp neslin trajedisini dile getirir. Şair de o neslin macerasını bizzat yaşayan biridir. Fakat çocukluğunda, özellikle validesinin tesiriyle aldığı millî ve dinî terbiye sayesinde benliğini kaybetmemiş, millî değerlerine sahip çıkabilen ender kişilerden olmuştur. Bu düşünceyi "Ezansız Semtler" adlı yazısında şöyle dile getirir: "Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük, o mübarek muhitten çok sonra ayrıldık. Biz böyle bir bayram namazında anne millete dönebiliriz; fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklardır." Bu yüzden o neslin hikâyesini iyi bilir. 

Şiirin başında yedi genç bir hayalî aşk uğruna yola çıkarlar; fakat gençler bir muammanın peşindedirler. Osmanlı'nın son dönemindeki keşmekeşliği ve rehbersizliği çok iyi anlatır şair. Yol uzadıkça uzar ve kararır, dönülmez olur. Bir noktada gençler, hayallerine kavuştuklarını sanırlar, evet gerçekten de kavuşmuşlardır; fakat kafa ve gönüllerinde kurdukları hayalin hakikatine değil, bir belirsizliğe… Ve bu noktada gençler geri dönme gücünü bulamazlar, neticesizliğin verdiği hayal kırıklığıyla yolculuklarının geri dönüşü olmayan diyarlarda noktalanmasıyla o âlemlerde kaybolurlar. Şiirde, Osmanlı'nın son döneminde Avrupa'ya gidip de orda kaybolan bir kayıp nesil, usta bir şairin diliyle hikâye edilir.

Hocaefendi'nin şiirinde ise idealist gençlerden bahsedilir; fakat bu gençler gidip de kaybolan nesillerden değildir. Bu nesiller bir kere hayalî bir varlığa değil; ışığa, aydınlığa gönül vermişlerdir ve gittikleri her yeri âşık oldukları ışıktan aldıkları fer ve kuvvetle aydınlatmışlardır. Onların gönüllerinde de bir dilber vardır ve onlar da bu dilberi beklerler. Fakat onlar yok olmak bir yana sonsuzluğu yakalama peşindedirler. Bu yolda ideallerine erip gelecek nesillerin gönlünde yaşayacaklardır. Ulaşmak istedikleri dilber, onlara ölümsüzlük iksirini içirecek, onlara güç ve kuvvet verecek; onlar da bu güçle hayatın muammasını çözecek, milletin ihtiyacı olan işlere imza atacak ve mutlulukla bu âlemden göç edeceklerdir.

Mehlika Sultan Şairi bir kayıp nesli anlatır, çünkü şair o nesli iyi bilir. Işığa Gönül Verenler şiiri ise, bir diriliş neslinden bahseder, çünkü şairi de o nesli iyi bilir.

Evet, Kırık Mızrap Şairi, bin bir meşguliyetine rağmen edebiyatımıza Türkçenin en güzel şiirlerini kazandırmıştır. Hocaefendi'nin Kırık Mızrap adlı şiir kitabını okuyanlar, Türk şiir geleneğinden istifade etmiş ve bunu geleceğe taşıyan büyük bir mütefekkir şairle karşılaşacaklar ve onun eserleriyle edebiyatın engin ufuklarına kanat çırpacaklardır.
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/necip-fazil-ve-yahya-kemale-nazire-subat-2014.html

23 Şubat 2014 Pazar

Dünya dönüyor başım da…

Baş dönmesi ve mide bulantısının eşlik ettiği vertigonun birçok sebebi var. Kulak içi kristallerinin yerinden oynaması, iç kulaktaki denge sıvısında artış ya da virüslerin denge sinirinde iltihaplanma yapması... Çoğu zaman hafife alınan baş dönmesi, bazen beyin damarlarında tıkanma, tümörler ya da beyin içi kanamaların da habercisi olabiliyor.
Baş dönmesi, çoğu insanın muzdarip olduğu fakat pek de ciddiye almadığı bir rahatsızlık. Özellikle otobüs, minibüs gibi toplu taşıma araçlarında buna bir de mide bulantısı eklenince hepten hayatı zehir edebiliyor oysa. Hele de çalışan ve her gün bu araçları kullanan biriyseniz… Toplumda çok yaygın olduğu için bu konuda yalnız olmamanın verdiği rahatlık ve ihmal, tehlikeli sonuçlara yol açabiliyor.
Aile Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Mustafa Bilazer’e göre baş dönmesinin çok çeşitli nedenleri olabilir. Viral enfeksiyonlar, özellikle üst solunum yolu enfeksiyonu sırasında veya sonrasında iç kulak ve denge sinirini etkileyen virüsler şiddetli baş dönmelerine neden olabilir. Yoğun stres sırasında özellikle ataklar halinde baş dönmesi, işitme azlığı, uğultu ve kulakta görülen meniyer hastalığı atağı söz konusu. Ayrıca stres nedeniyle ‘dizziness’ adı verilen dengesizlik hissi de ortaya çıkabilir. Dizziness ile ‘vertigo’nun farkı ilkinde ayakların altından yer kayması, ayağını boşluğuna atıyormuş hissi oluşurken, vertigoda sabit dururken etrafın döndüğü hissi yaşanır. Hastalar dengesizlik hissini de genellikle ‘başım dönüyor’ diye anlatır. Kafa travması ve şiddetli baş egzersizleri sonucunda da kulak kristallerinde oynama görülebilir. Araç ve deniz tutmasında da seyahat sırasında iç kulaktaki sıvı hareketine bağlı bulantı, kusma ve baş dönmesi yaşanabiliyor. Tüm bu baş dönmesi nedenleri arasında yer alan vertigonun üç farklı türü bulunuyor.

 Kulak içi kristallerinin yerinden oynaması: Stres, aşırı yorgunluk ya da bir travmanın etkisiyle iç kulakta bulunan küçük kalsiyum ve mineral kristalleri yerinden oynuyor. Kulak içindeki salyangoz bölgesine dağılan bu kristaller kişide şiddetli bir baş dönmesine neden oluyor. Şayet kristaller sol kulaktaysa sol tarafa dönüldüğünde, sağ taraftaysa da sağa dönüldüğünde şiddetli bir baş dönmesi yaşanıyor. Bu durum kişiyi çok rahatsız etse de bu baş dönmesi yaklaşık 15-20 saniye kadar sürüyor. Hasta zaman zaman ne olduğunu anlamayıp deprem oluyor zannedebiliyor. Hatta baş dönmesi yaşandığında öleceğini düşünenler bile olabiliyor. Bu kişilerde teşhis kulak burun boğaz uzmanı tarafından yapılan kristal testi ile ortaya çıkartılıyor...
http://www.zaman.com.tr/cumaertesi_dunya-donuyor-basim-da-_2201000.html

15 Şubat 2014 Cumartesi

Sosyal yaşam ve hareket alzheimerı önlüyor

Toplumda yaygın olarak görülen alzheimer hastalığına karşı uzmanlar hareketli ve sosyal bir yaşam öneriyor.
 Birçok kişinin alzheimer hastası olduğundan habersiz yaşadığını kaydeden Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Geriatri Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ahmet Turan Işık, 65 yaşından sonra her beş yılda hastalığın sıklığının arttığını belirtiyor. Her demans hastasının alzheimer olmayacağına da dikkat çeken Prof. Işık, “Türkiye’de 100 bin kişiden 2,8 kişisi, alzheimer sebebiyle vefat ediyor. Dünyada her 68 saniyede bir alzheimer hastasına tanı konuyor.” diyor...

10 Şubat 2014 Pazartesi

Yatmadan önce masal okunan çocukta ahlakî değerler gelişiyor



Çocukluğun vazgeçilmezi masallar, çocuklarda ahlakî değerleri geliştirdiği gibi dil gelişimine de katkı sağlıyor. Masalın, dinleyici çocukta adalet duygusunu ve vicdan gelişimini geliştirdiğini belirten uzmanlar, ailelerin yatmadan önce çocuklarına kitap okumalarını tavsiye ediyor.PaÇocukluğun unutulmaz anıları arasında mutlaka bir büyüğünden masal, hikâye dinleme yer alır. Şimdilerde yerini dijital ortamlara bırakan masalları çocuklar, televizyon ve bilgisayarlardan dinliyor. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Gelişim Psikolojisi Uzmanı Dr. Ahu Öztürk, ‘yeni masal anlatıcılar’ olarak nitelendirdiği iletişim araçlarına karşı aileleri dikkatli olmaya çağırıyor. Ebeveyn ile çocuk arasında bağın güçlenmesini sağlayan en önemli araçlardan birinin masallar olduğunu belirten Öztürk, masalların zengin hazinelerin anahtarları olduğunu ve bilinçaltına hitap ettiğini söylüyor. Öztürk, “Araştırmalar, çocukla sohbet eden veya ona kitap okuyan yetişkinlerin tam da çocukta gelişmesini istediğimiz türden olumlu becerilerde etkili olduğunu ortaya koyuyor.” diyor. Masalın dinleyici çocukta adalet duygusunu ve vicdan gelişimini geliştirdiğini belirten Öztürk, “Kötüler er geç cezalandırılır, iyiler ise mükâfatlandırılır. Çocuk basit düzeyde yaptığı ahlaki muhakeme yapar ve masalın sonucuyla karşılaştırma şansı elde eder. Masallarda adalet duygusunu zedeleyecek davranışların mutlaka telafisi vardır.” diye konuşuyor... 
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_yatmadan-once-masal-okunan-cocukta-ahlaki-degerler-gelisiyor_2198820.html

5 Şubat 2014 Çarşamba

Diş sıkma ve gıcırdatma, psikolojik rahatsızlıkların habercisi olabilir

Halk arasında diş sıkma, diş gıcırdatma şeklinde tanımlanan tıp dilinde "bruksizm" olarak adlandırılan hastalığın basit bir rahatsızlık gibi görüldüğünü belirten diş hekimleri, aslında ağız ve diş sağlığı üzerinde önemli tahribatları bulunduğunu, bazı psikolojik rahatsızlıkların da habercisi olduğunu söyledi.
Şifa Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Öğretim Üyesi Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Göregen, bruksizm sonucu dişlerde yıpranma ve aşınmalar, diş minelerinde çatlaklar, daha ileri aşamada kırıklar olabileceğini söyledi. Göregen, "Kişide diş gıcırdatması varsa bu, kendini dişlerdeki aşınmalarla gösterir. Diş sıkma durumunda ise çenelere aşırı yük iletilmesinden dolayı kaslarda ağrılar, hassasiyetler oluşur. Ayrıca baş ağrıları veya dişlerde periyodontal problemler dediğimiz, diş çevresindeki destek doku hasarları olarak karşımıza çıkar." dedi.
PSİKOLOJİK RAHATSIZLIKLARIN HABERCİSİ
Mesleklerinin insan psikolojisiyle çok yakından ilişkili olduğunu belirten Doç. Dr. Göregen, "Bruksizm, genellikle kaygı ve stres kaynaklı bir hastalıktır. Bu hastalıklar günümüzde giderek daha büyük önem kazanıyor. Örneğin Amerika'da bugün en yaygın psikolojik hastalık anksiyetedir ve yaklaşık 40 milyon kişi bu durumdan etkilenmiştir. Ülkemizde de durum çok farklı değil. Bruksizm, neden olduğu sorunların yanısıra altta yatan psikolojik hastalıkları bize haber verdiği için de önemsenmelidir. Kaygı bozukluğundan sonra bruksizmin ikinci en çok görülen nedeni uyku bozukluklarıdır. Uyku bozukluğu, anksiyetenin bir sonucu ya da kendi başına bir hastalık da olabilir. Bu nedenle bruksizmde multidisipliner yaklaşım şarttır. Psikolog, psikiyatrist, nörolog ve uzman diş hekimlerinin birlikte çalışmasını gerektiren bir problemdir." şeklinde konuştu.

ÇOCUKLARDA BRUKSİZM NORMAL Mİ?
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_dis-sikma-ve-gicirdatma-psikolojik-rahatsizliklarin-habercisi-olabilir_2197549.html

3 Şubat 2014 Pazartesi

Alerji, anne karnında başlıyor

Çocuklarda yaygın görülen besin alerjisi, ilerledikçe reflü ve astım gibi hastalıklara davetiye çıkarıyor. Bu alerjilerin anne karnında başladığını belirten uzmanlar, ailelerin çocukları üzerinde iyi gözlem yapmasını tavsiye ediyor.
Yapılan araştırmalar besin alerjisinin dünya genelinde her geçen gün artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Süt, yumurta, deniz ürünleri, kabuklu yiyecekler, soya ve çikolata alerji oluşturan besinlerin başında geliyor. Uzmanlar ülkemizde her on çocuktan birinde görülen besin alerjisinin anne karnında başladığını ve önlem alınmadığında kalıcı hasara sebep olabileceğini belirtiyor.

Besine alerjisi olan çocukların risk altında olduğunu kaydeden Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Mehmet Demirdöven, besin alerjilerinin çoğunun yaşamın ilk yıllarında ortaya çıktığını ve zamanla kaybolduğunu ifade ediyor. Demirdöven, “İleride alerji geliştirme riskinin yüksek olduğu hastalara baktığımızda çocukluktan taşıdıklarını görüyoruz.” uyarısında bulunuyor. Besin maddelerinin alerjik yanıt oluşturmasını, besinin sindirim sisteminde işlenmemesinden kaynaklandığını söyleyen Demirdöven, “Alınan besinler vücutta sindirilmediği ve emilmediği takdirde vücut maddeye alerjik yanıt veriyor. Gıdanın steril olmaması, uygun şekilde saklanmaması veya pişirilmemesi de alerjik reaksiyon oluşturur. Ya da kişinin yeme alışkanlığı, çevresel fonksiyonları hiç zararlı olmayan bir besine bile tepki göstermesine sebep olabilir.” diye konuşuyor. Özellikle çocuklarda görüldüğünde paniğe sebep olan besin alerjileri, ciltte kaşıntı, kızarma, döküntü şeklinde kendini gösteriyor. Çocuklarda alerji teşhisinin güç olabileceğini söyleyen uzman şunları söylüyor: “Bebeklerde kusma belirtisiyle sık karşılaştığımız besin alerjilerinde aileler teşhiste zorlanabilir. Belirtiler kısa sürede kendini göstermezse hangi besine reaksiyon olduğunu bulmak güçleşir. Alerjiler iki şekilde karşımıza çıkıyor: Birincisi ani başlayan ve vücutta savunma sisteminin alerjiyle ilişkili maddesi olan spesifik immünglobülin E miktarının arttığı durumlar. İkincisi ise geç başlayan spesifik immünglobülin E miktarının artmadığı durumlar. Bazı çocuklarda her iki durum bir arada görülebilir. Burada ailelerin gözlemlemesi ve dikkatli olması önemli.”...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_alerji-anne-karninda-basliyor_2197278.html