Popüler Yayınlar

17 Mart 2014 Pazartesi

Değirmenin Suyu Nereden Geliyor?

Anadolu insanının gönlünde temiz ırmaklar akmaya başlamıştı. Köy serçeleri dereden su içmekteydi. Anne ceylan bir kuytu köşede yavrusunu emzirmekteydi. Narin söğüt yaprakları uzaktan el sallıyor, kadife gül bir tomurcuk daha patlatıyor, hanımeli cennetten koku taşıyordu…

İşte böyle bir günde Naci Ağabey, namazdan sonra çevirmişti kontağımı. Dört kişi daha almıştık yanımıza. Temmuzdu, hava sıcaktı. Ortalık sapsarıydı. Bozkır, biçilmiş ekin kokuyordu. Çıplak ve yalnız düzlükler hep anızdı. 

Ardımızda tozdan kelebekler bıraka bıraka bir köye girdik. Traktörler dolu girip, boş çıkıyordu köyden. Römorklarla buğdaylar taşınıyordu. Evlerin kapısını çalmaya başladılar bir bir.

Meydanda büyükçe bir ev vardı. Zenginliği her hâlinden belliydi. Bahçe kapısı açıktı. Naci Ağabey, "Ev sahibi!" diye seslendi. Orta yaşlarda bir kadın merdivenin başında göründü. Ters ters bakmaya başladı. Söze bizimkilerin başlamasını bekledi. Ağabeyler daha; sadaka, buğday, talebe, yurt demeden kadın lafı ağızlarına tıkadı, kovmaktan beter etti onları…

Bizim kafilenin canı sıkıldı, yüzleri yere düştü. Kanadı kırık bir yaban kekliği gibi boyunlarını içeri çektiler…

Ne mi anlatıyorum ben? Haklısınız, sözün ortasından başladım sanırım. Köylere gittiğimiz bir günden bahsediyorum. Yaz gelip de harmanlar kaldırılmaya başlayınca patronum, haftanın üç dört günü beni hizmete tahsis ederdi. Pazar günleri bize patronum da katılırdı. Yanımızda bir iki esnaf ve birkaç talebe olurdu. Bir de tozlu buğday çuvalları. Köylere, kasabalara giderdik. Bir gün Haymana, bir gün Bâlâ, bir gün Bezirhane, bir gün Ayaş, bir gün Kazan, başka bir gün Beypazarı'na açılırdık. Köy köy, harman harman dolaşırdık buraları. 

Oralarda ne mi yapardık? Değirmene su taşırdık canım! Taşıma suyla değirmen döner mi? Dönmez! Ama Allah isterse döner. Eskiden çok sorarlardı "Bu değirmenin suyu nereden geliyor?" diye. Şimdilerde ben pek duymaz oldum. Ama yine de size değirmenin suyunun nereden geldiğini anlatayım. 

Anladınız değil mi? Ben bir kamyonetim. 83 model, ateş kırmızısı bir doç. Şaşırmayın canım! Bizim hissiz olduğumuzu düşünmeyin. Duyup gördüklerimiz bize de sirayet eder, bize de tesir eder. Siz ne sandınız? Otuzumu aştım ben. Bizim âlemin ihtiyarlarındanım yani. Ama Allah var, sahibim hatırımı sayar. Başka kamyoneti de var. Ama o hâlâ emekliye ayırmadı beni. Onunla dostluğumuz eski, "Çok hatıralarımız var." diyor benim için. Yağımı, suyumu hiç eksik etmez sağ olsun. Lâstiklerimi iki senede bir yeniler. Aksırıp tıksırmama fırsat vermeden bakımımı yaptırır.

Herkes ona "Naci Ağabey" dediği için ben de öyle diyorum kendisine. Kıyak adam vallahi. Ağabeylik yakışıyor üstüne. Hafta içi gündüzleri, Ankara kazan biz kepçe; mobilya, halı, beyaz eşya taşırız müşterilere. 

Kimi akşamları ve hafta sonları, Naci Ağabey anahtarımı şoförden alır; direksiyona kendisi geçer. Ön gözdeki bantlardan birini teybe takar ve yola çıkarız birlikte. O zaman mutluluktan deliye döner, kıpır kıpır olurum. İçim dışım yunup yıkanmaya başlar sanki. Şimdilerde Radyo Cihan'ı veya Mehtap Radyo'yu dinliyoruz. Onlardan aldığım şevkle sahibim ne isterse hemen yerine getiriyorum. İsteyerek hiç aksilik etmem ona. Çünkü o hep hizmete götürür beni. Talebelerin eşyası vardır taşınacak veya onun gibi bir şeyler.
Naci Ağabey, böyle işleri görürken acayip neşeli olur. Bu işler için yaşadığını hissettirir bana. Talebelerle birlikte yük taşır, yük indirir. Şoför mahalline oturunca sırtı terden ıslanmış olur. İnanın kendi işinde böyle çalışmaz bu adam! Üstelik, her seferinde mazot parasını da cebinden koyar. 

Eski yıllarda talebeleri de benimle taşırdı. O zamanlar binek arabası yoktu. Her yerde beraberdik yani. Üstüme branda atıp gençleri pikniğe götürürdü. Onlar çimenler üstünde oturup güzel sohbetler yaparken, ben de dinlerdim onları. Minibüs alınınca bu işler onunla yapılır oldu. İlk başlarda biraz kıskanmıştım, lâkin iyi oldu çocuklar için. Çünkü o daha kullanışlı ve rahattı. Kardeşinin meziyetiyle iftihar etmek, ihlâs düsturlarındandı değil mi? Hem hizmette hasede yer yoktur. Ayrıca vazife istenmez, verilir. Onlar konuşurken öğrendim bütün bunları. Daha neler öğrendim neler, duysanız şaşırırsınız.

Bu insanları iyi tanırım ben. Kaç defa yolculuğumuz olmuştur onlarla, tanımam mı hiç? Kendileri için hiç kimseden bir şey isteyemezler. Ancak evleri ve yurtları vardır onların. Buralar açılırken destek olma sözü vermişlerdir. Kendi imkânları bütün ihtiyaçları karşılamaya yetmez. O zamanlar çoğu, kendi yağında kavrulan, el emeği-alın teriyle geçinen gariban veya orta hâlli adamlardı zaten. Evlerde, yurtlarda Anadolu'nun dört bir bucağından gelmiş talebeler vardı. Bu gençlerin büyük şehirlerde mânevî değerlerini kaybetmemesi için başkalarını da yardıma çağırmaktı niyetleri. Köylere de bunun için giderlerdi. Çiftçilerin de sevaptan hissedâr olmalarını isterlerdi. Ben bilirim, bu işi yaparken her seferinde boğazlarına bir yumru otururdu. Utanır, sıkılırlar fakat Allah rızası der, devam ederlerdi. 

Düşünün bir; iş güç sahibi koca koca adamlar, esnaflar, işçiler, memurlar, âmirler. Üstelik kendileri verebilecekleri kadar burs ve himmet veriyorlardı. Ama bunlar yetmezdi. Bir de istemeleri, Allah yolunda toza toprağa bulanmaları, utanıp terlemeleri gerekirdi. Cennet ucuz değilmiş, kasetlerden öğrendim. 

Cennet dedim de, içime hasreti düştü. Hani Kıtmir adında bir köpek varmış, bir de Kusva adlı mübarek bir deve. Yolculuk esnasında kasetten dinledim, bunlar Cennet'e gidecekmiş. Ben de onlar gibi bir varlığım işte. Acaba Rabbim beni de Cennet'ine koyar mı?

Köylere bizimle giden, üniversiteli gençler vardı bir de. Mahcup, tertemiz yüzlü, pırıl pırıl delikanlılardı bunlar. Davaya bütün samimiyetleriyle inanmıştı onlar. Esnaf ağabeyler nasıl imrenirdi onlara bir görseniz.

Bir gün içinde bu ekibin başına neler gelir, neler. Dört mevsimi birden yaşarlar sanki. Köylülerin kimi ayakta karşılar onları, kimi kapıdan kovar. Kimi dilenci der onlara, kimi evliya. Soğuk bir ayran ikram eder çoğu veya bir dilim soğuk karpuz uzatır. Bazısı da sofra kurmadan göndermez onları. Benim misafirimsiniz, siz Allah adamlarısınız, dünyada bırakmam sizi der.

Neyse, biz yine o güne dönelim. Nerede kalmıştık? Çaldıkları kapı bizim kafilenin yüzüne kapanmıştı. Kovulmuşlardı. Ancak vazgeçmediler. Dolaşmaya devam ettiler. Karşılarına sıvaları dökülmüş, kiremitleri eksilmiş, duvarları kamburlaşmış bir ev çıktı. Evin her yanından fakirlik dökülüyordu. Önce kapıyı çalıp çalmamakta tereddüt ettiler. Naci Ağabey, çalalım arkadaşlar dedi. Hiç olmazsa bir selâm verir, dualarını alırız. Kiminin parası, kiminin duası… İçeride tek başına bir nine vardı. Onları görünce eli ayağına dolaştı. Onları nereye buyur edeceğini, önlerine ne koyacağını bilemedi. 

Anacığım, dediler; bizim okuttuğumuz talebeler var, hayır toplamak için gelmiştik. Anlaşılan sizin harmanınız yok. Sizden dua talep ediyoruz. Nine üzüldü. Nurlu yüzünü sis kapladı. Sesi zor çıkıyordu. Yok yavrum, bizim harmanımız yok dedi. Kimimiz, kimsemiz de yok Allah'tan gayrı. Ama durun siz dedi. Avludaki kapılardan birinde kayboldu. 

Kucağında, nefes nefese taşıdığı bir tenekeyle geri döndü. Gençlerden biri koşup onu yükten kurtardı. Nine nefeslenirken şöyle dedi: Siz nerelerden kalkıp köyümüze kadar gelmişsiniz. Bizim kapımızı çalmışsınız. Sizi boş çevirmek olmaz. Siz Allah adamlarısınız yavrum. Bir komşu, dün iki teneke buğday getirmişti. Birini size vereyim. Çorbada bizim de tuzumuz olsun. Adımız deftere yazılsın. Bizimkisi az, kusura bakmayın. Azımızı çoğa sayın…

Almak istememişlerdi önce. Ama nine, hüzünlü bir şekilde "Bizim hiç hayrımız olmasın mı?" demiş ve almaya mecbur bırakmıştı onları. 

Hani Kanunî Sultan Süleyman rüyasında, kendi parasıyla yaptırdığı Süleymaniye Camiî'yle bir kâse yoğurdun tartıldığını görmüş. Yoğurt, camiden ağır gelmiş ya… Bizim nineninki de o hesap… Veya malının yarısını getirip Allah yolunda veren Hz. Ömer misâli…

Ağabeylerin ve gençlerin, birbirine tamamen zıt bu iki tablo karşısında gözleri dolu dolu olmuştu. İncinen, kırılan yürekleri Allah'ın lütfuyla ne çabuk tamir edilmişti. Sanki nine, yaralı kekliklerin yarasına merhem sürmüştü. Ve kanatları iyileşmişti kekliklerin. Şimdi eskisinden daha iyi uçabilirlerdi hep birlikte. 

yunal@sizinti.com.tr
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/degirmenin-suyu-nereden-geliyor-mart-2014.html

16 Mart 2014 Pazar

Bebeksi konuşmak, çocuğun geç konuşmasına sebep oluyor

İnsanlar arası iletişimin en etkili yolu olan konuşma, çocuklar için ilk hayat tecrübesidir. Kimi çocuklar erken konuşurken kimi geç konuşmaya başlar. Uzmanlara göre annenin bebeksi konuşması, çocukların geç konuşmasına sebep oluyor. Tane tane ve düzgün konuşmak ise çocukta konuşmayı hızlandırıyor.
Dil gelişimi doğumdan itibaren başlar ve yaşam boyu devam  eder. Bebek dünyaya geldiği andan itibaren önce ağlayarak, belli bir süre sonra ağlamanın yanında farklı sesler geliştirerek dış dünya ile iletişim kurar. Çocukların çoğunda gelişimin bir parçası olarak konuşma, kendiliğinden gelişir ve devam eder. Çocuk Gelişim Uzmanı Gülşen Yıldırım ailelere geç konuşmaya başlayan çocuklarına karşı sabırlı olmalarını söylüyor. Gül, “Çocuğunuza hitap ederken tane tane ve düzgün konuşun. İlk hece ve sesleri çıkarttığında söylediği sesleri ona tekrar ettirin.” tavsiyesinde bulunuyor. Yıldırım, dil gelişiminde çocukların belli bir sıra izlediğini, bireysel farklılıklardan ötürü bu sıralamada bazen değişikliklerin olabileceğini dile getiriyor. Bazı çocukların yaşıtlarına kıyasla daha geç konuşmaya başlayabildiğini dile getiren Gül, konuşma bozukluğunun her zaman ciddi bir sorun olmadığını belirtiyor. Konuşmanın gecikmesine sebep olan unsurları ise şöyle sıralıyor: “Doğumla birlikte gelen veya doğum sırasında oluşmuş olan komplikasyonlar, işitme ve görme kaybı, konuşma organlarındaki yapısal bozukluk, zekâ geriliği, otizm, yaygın gelişim bozukluğu, çevresel koşullar.”...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_bebeksi-konusmak-cocugun-gec-konusmasina-sebep-oluyor_2203892.html

14 Mart 2014 Cuma

Lies at home, lies in the world


The Zaman daily has remained dedicated to an important mission ever since it was founded: to expose the lies of the old media, which was prejudiced against the religious.

Zaman correspondents have worked hard to research allegations raised against religious groups in order to reveal the truth. In the end, those news reports were compiled in a book, “Yalan Haber Dosyası” (Dossier of False News).

Take, for example, how some papers argued that Timurtaş Uçar had harshly criticized and insulted secularism in a sermon he delivered in Yeni Camii. Brief research revealed that Uçar had never delivered a sermon at that mosque and that he had not been an active cleric for seven years. A report by three expert witnesses also confirmed that the speech was not made by Uçar.

Following this, new newspapers emerged from among the conservative circles. The religious became more active in the media; they consolidated their presence on TV, radio and the Internet. The number of conservative media outlets increased during the Justice and Development Party's (AKP) terms in office.

However, the only thing that this media, which would have made a huge contribution to the promotion of democratic and ethical values, have been doing for a while now is trying to convince the people that the Hizmet movement is a horrible terrorist organization. There might be differences and disagreements among different groups, but these must be discussed in a civilized manner. However, what is going on now is pretty different. The old media had in the past made an alliance with coup supporters and defined religious circles as a threat; but now, some of the conservative media outlets are doing the same to the Hizmet movement.

Telling the truth does not work. It is as if they are following in the footsteps of the greatest master of propaganda of this century rather than ethical principles and norms. Our religion states that telling a lie is the greatest sign of hypocrisy; but that master sees it as the most important tool in psychological warfare: Tell a lie; somebody will eventually believe. The people will be more inclined to believe big lies than they are relatively insignificant ones. Instead of defending yourself, take aggressive action so that your opponent will have to defend himself...

http://hizmetmovement.blogspot.com/2014/03/lies-at-home-lies-in-world.html#more

4 Mart 2014 Salı

Very bad things are happening [in Turkey]



Prominent figures, including the prime minister, have placed the Hizmet movement under the spotlight in election campaigns. The prime minister hurls grave insults, details of which I cannot repeat here. He also makes strong accusations as though there has been a judicial decision or conviction. Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan, defining it as a parallel state, gravely insults the Hizmet movement and Fethullah Gülen.

It is our right to expect some decency in his style given that he is the prime minister of all in this country. We feel sorry because this attitude is not embracing, this attitude is not fair and this attitude is not legal. He is making a grave mistake by directing ungrounded accusations without any legal basis. This will never help the Justice and Development Party (AK Party) or the political administration that is supposed to embrace people by avoiding acts of polarization.

Very bad things are happening. Polarization is deepening. Turkey is divided into two camps. Both camps are building up hate against each other. The opposition parties make clear references to the government as the culprit of corruption in election rallies. The prime minister argues that they are the actual thieves. They are both making strong accusations and resorting to insults as though they will never talk to each other again. Things are getting out of control.

Very bad things are happening. It has been argued that thousands of people, including the prime minister and the president, were wiretapped. A number of voice recordings involving statements by members of the government and of the movement have been leaked to the media to manipulate the law and politics. What could be the result of this?

Very bad things are happening. Turkey is being dragged into unpredictable chaos. The grounds for dialogue and tolerance are disappearing. How will these losses be recovered? Parents, children, wives and husbands are confronting each other due to disagreements. Because of the enthusiasm in election rallies, politicians fail to realize this country is rapidly moving towards chaos. Polarization is being deepened, genuine people feel hurt and the bridges between our people are being destroyed. Those who seek to attain their short-term goals should know that the gravity of the losses in the long run may be immeasurable.

Very bad things are happening. The allegation that the coup cases were illegally conducted has raised suspicions. Those who argue that this is a legitimate argument are trying to provoke the armed forces. The suspects of a huge corruption scandal were released whereas members of the armed forces are still in prison. And this bothers the military. There is huge erosion of trust among state institutions.

Very bad things are happening. The spirit of [the] Feb. 28 [1997 coup] returned in the most recent National Security Council (MGK) meeting where the Hizmet movement was declared a threat and a source of danger upon the request of the civilian members of the council. It is a shame for the civilian administration to remind the armed forces of its role during the period of military tutelage because this allows for the return of the armed forces to the political stage. Has the political administration calculated the repercussions of the armed forces deciding to take action based on global provocations and external developments?

Very bad things are happening. Shutting down prep schools to deal with the so-called parallel state will result in a great disaster in the education sector in a few years. The results of the college admission exam in 2016 will reveal the scope of the disaster. But our sons and daughters will have to face this eventually.

Very bad things are happening. Despite calls by reasonable figures, the actors responsible are behaving as though nothing has happened. No one calls their mistakes a mistake.

We have no other option than to pray.

Published on Today's Zaman, 04 March 2014, Tuesday
http://hizmetmovement.blogspot.com/2014/03/very-bad-things-happening-in-turkey.html#more

3 Mart 2014 Pazartesi

Arka cepte cüzdan taşımayın!

Erkeklerin, arka ceplerinde cüzdan taşıma ve üzerine oturma alışkanlıklarını yaşam boyu devam ettirmeleri durumunda, omurganın yanlış pozisyonda tutulmasına bağlı kayma meydana gelebiliyor.  
Fizik Tedavi Merkezi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof.Dr. Gülçin Gülşen, alışkanlıkların doğrudan omurilik sağlığını etkilediği belirterek, "Her gün uzun saatlerce ayakta kalma ve çoğunlukla erkeklerin arka ceplerinde cüzdan taşıma ve üzerine oturma alışkanlıklarının yaşam boyu devam etmesi durumunda omurganın yanlış pozisyonda tutulmasına bağlı kayma meydana gelebilir. Erkekler bu yüzden siyatik ağrısı çekebilir" dedi. 
Siyatik ağrısının bacaklardaki sinir boyunca yayılan önemli bir ağrı çeşidi olduğunu belirten Gülşen, "Genellikle alt bel bölgesinde başlayan siyatik siniri ağrısı, uyluk kemiğinin arka ve yanında belirir, kalçanın içine doğru hareket eder. Ağrı ayak ve ayak parmaklarını da içine alır. Vücudun her iki tarafında bulunan bu sinirlerde ortaya çıkan ağrılar için siyatik hastaları genellikle sadece bir tarafında ağrı hissediyorum' tanımını yapar" dedi. 
Prof.Dr.Gülçin Gülşen, "Ağrının yanısıra bu rahatsızlığın en bariz belirtileri bacaklarda uyuşukluk, yanma, karıncalanma, kas zayıflığı, hareket zorluğu ve kontrolsüzlüktür. Bu belirtileri gösteren hastalar genellikle zorlanarak oturma ve hareket etme şikayetinde bulunurlar" şeklinde konuştu. 
Siyatik ağrısının erkek ve kadın ayrımı yapmadığını ifade eden Prof.Dr. Gülçin  Gülşen, rahatsızlığın nedenlerini şöyle sıraladı: 
"Ana neden yaşam süresinin bir döneminde siyatik sinirine iç ve dış etkenlere bağlı baskı ve tahriştir. Lomber olarak adlandırılan sinirler (alt omurganın dışarı kısmındaki sinirler) üzerinde sıkışma olabilir. Siyatik kökleri bel omurgası diskleri içine kadar uzanır ve bir diskte çıkıntı (herniasyon) olması durumunda sıkışma meydana gelir. Bu da ağrıya neden olur. Bu sebepten kaynaklı bir ağrı Spinal Dekompresyon tedavi yöntemiyle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Bazı kimselerde doğuştan omurga darlığı olabilir. Bu da yine sinirlere baskı yaparak ağrıya neden olur. Ağrıyı geçirme amacıyla bilinçsiz şekilde siyatik sinir köküne yapılan ovma ve masaj sinire zarar vererek daha kötü sonuçlar doğurabilir. Tahriş olan sinirlerin ve omurganın yeniden organizasyonu, ayak bakım başta  olmak üzere farklı tedavi yöntemleri sonuç verebilir". 
Omurilik veya sinir kökleri üzerine baskı yapan bir tümörün siyatik ağrısı kaynağı olabileceğini söyleyen Gülşen, "Bel bölgesindeki muhtemel bir tümör kalçadan ayaklara kadar ağrıya neden olabilir. Böyle bir tümörün varlığına dair diğer belirtiler ise, mesane ve bağırsak kontrolünün kaybı, ya da kas güçsüzlüğüdür" dedi. 

Şiroterapi bakımın omurga yaralanmalarında disklerin tedavisi ve özellikle kas spazmını azaltmak ve kas gücünü artırmak için uygulandığını belirten Gülşen, "Hamileliğin son dönemlerinde omurga yükünün artması, rahmin siyatik sinir baskısı oluşturması, vücuttaki hormon değişikliğiyle kas spazmı, hareketsizlikle birlikte kas zayıflığı rahatsızlıkları ortaya çıkar. Hamileler için oldukça güvenli bakım olan şiroterapi ile kadınlar vücutlarıyla yeniden barışarak, siyatik ağrısını azaltır ve hatta bir süre sonra ağrı ortadan kalkar" dedi...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_arka-cepte-cuzdan-tasimayin_2202345.html