Ben Üzerine
Ziya AYDIN | |
Ben!.. Sadece ve yalnız “ben”! Her şey ona göre ve her şey onun kölesi... Davranış ve hareketler hep onun direktifleriyle... Ötesinde hiçbir şey yok... Öyle mi?!.. Bence hastalık bu... Belki de asrın en korkunç ve tehlikeli hastalığı... Üstelik gizli ve sinsi... Hem de bulaşıcı... Asrın Beyin Yapıcısının “ben” ile ilgili tesbit ve tavsiyesini buraya almadan geçemeyeceğim: “Hakikaten, insanda en tehlikeli damar, benliktir. Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler. Şu asırda ehl-i dalâlet eneye binÂmiş, dalâlet vadilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye beni terk etmekle hakka hizmet edebilir. ‘Ben’ demeyiniz, ‘biz’ deyiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyedir.” Evet, “ben”i olması gereken istikamete yönelten bu ışık düstura gönülden alkış tutarak diyoruz ki, insanın onca noksanı diz boyu olÂmuşken ve ruhunda da bir o kadar yama varÂken, “ben” diye tutturması pek garip ve güÂlünç doğrusu... Ama bizler kendi kendimizin yalancı şahidi olmuşsak, bu pek âlâ mümkünÂdür de... “Ben”imiz kafestir bizim için. Kendi prangamızı, kendi zincirimizi kendimiz takarız. Sonra, gel de kurtulabilirsen kurtul bu esaretÂten! Ben yaptım... Ben çattım... Ben bulÂdum... Ben yazdım... Ben çizdim... Ben olmasaydım..! Ben, ben, ben... Aşılmaz bir duvardır artık; onulmaz bir yara, silinmesi güç bir kara... Evet, kara ben... Niye, “ben kusurluyum, ben hatalıyım, gerçek suçlu benim, bu yolun günahkâr benÂdesi ben!” eksenli“ben” olmayız, bilmem ki?! Gerçekte bu “ben”in, yani kendimizin biÂle sahibi değilken, onun adına âlemi sahiplenmek ne garip!? Sadece söylemeyi becerebiliyoruz işte! Yoksa, başkaca gücümüz yok. Ne elimiz, ne gözümüz, ne de aklımız bizimdir! Bilmekte, faÂkat zaman zaman gafletle unutmaktayız ki, bunlar bize, belli fonksiyonları yerine getirebilÂmek için verilmiş birer emanetten başka bir şey değildirler... Kendimizi bildik bileli “ben” diyoruz. “Ben” diyebilmek, yani insan olmak gibi essiz bir zenginliğe sahip olduğumuz halde, gerçekÂte acaba kendimizi hakkıyla tanıyabilmekte miyiz?! O halde, peki ne diye ve ne hakla hâlâ ben!? Bizim olmadığı açık seçik ortada...EmaÂneten verilmiş bir ölçü, bir mikyas bu ben... Meçhulleri keşfetmek, denklemleri çözmek için ve sırlan açmak için bir şifre... Hep düşünmek, fikretmek gerek!. Ve düşünüyorum... Buncacık gücüm, bilÂgim ve sanatımla ancak bu kadarını yapabiliyoÂrum... Oysa ki, arkada öyle muazzam eserler var ki, benim yaptıklarım onların yanında çoÂcuk oyuncağı bile değil.. Peki ya ötesi?! Ya diğer göz kamaştırıcı sanat harikaları?! Evet, basit bir taştan menekşeye, kelebeÂğe ve insana uzanan çizgide sonsuz sayıda ve güzellikte sanat eserleri... Görüldüğü gibi, bu muhteşem sergide “ben” de bir sanat. Onun diğerlerinden tek farkı ise, bazı şeyleri düşünecek, akledecek ve yapacak kadar şuur ve kabiliyete sahip olmaÂsı... Yani onun yapabildikleri de, kendi SahiÂbi’ nin eseri. Şu halde, yapılacak en önemli iş sahipÂlenmek değil, kendimizin ve de her şeyin gerÂçek Sahibi’ni tanımak... “Ben-kondu”yu yıkıp “biz” çatısını çatÂmak.. “Ben” buz tanelerini “biz” havuzunda eritmek... Elhâsıl; sahte benlik davasını bırakarak, “ben” kafesinden kurtulup hürriyete kavuşmak... Ve bu emanetin, en büyük gerçeği tanıÂyıp bulma yolunda insana verilmiş mukaddes bir armağan olduğunu unutmayarak... Sizinti Kasım 1995 Yıl :17 Sayı :202 |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder