“Duruş”, üzerinde sayfalarca yazı yazılması gereken çok önemli
bir konu. Nedir duruş? “Duruş”, sözlükte “durma işi” olarak açıklanmakta.
Gerçek anlamının dışında bu kelimeye mecazi anlamlar da yüklenebilir. Kelime
kullanıldığı cümleye göre değişik anlamlar kazanabilir. Bu açıdan bakarsak
“duruş” kelimesine: “Fikriyle, hâl ve tavırlarıyla insanın korumuş
olduğu pozisyonu” diyebiliriz. Hayatın ve olayların karşısında sergilenen
hareket, tarz ya da
insan kimliğinin fiile yansıması” şeklinde açıklayabiliriz.
Yazımızın başlığı:
“Eğitimcinin duruşu nasıl olmalı?”, konumuz eğitimci; eğitimciden kastımız
öğretmen, eski tabirle muallim. Peki, kimdir muallim? O her şeyden önce bir
insan. O zaman insanı tanımak lâzım. “Hak karşısındaki konumu ve duruşuyla
insan” başlıklı yazısında, Muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi insanı
anlatırken: “O, yaratılış ağacını
tamamlama vaadiyle gelmiştir dünyaya.” der.
Aynı makalede “Bütün bunların ötesinde, Allah'ın insanı hilâfet pâyesiyle
şereflendirmesi onun için mansıplar üstü bir mansıptır. Kur'ân-ı Kerim insanı
Allah'ın halifesi olarak zikreder. Buna göre, yerlerde, göklerde ne varsa, her
şey bir mânâda onun için var edilmiştir. Musahhardır varlık ve bütün eşyâ onun
emrine.” diyerek
insanın cismen küçük ama mana bakımından Yüce Mevlâ (celle celaluhu) tarafından
ne kadar büyük bir görevle vazifelendirildiğini anlatır. Ayet-i kerimede Yüce
Rabbimiz: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.' (Bakara, 2/30) buyurur. Bu
halife, insandır. Başka bir âyetinde de: “Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu
yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan
yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok
cahildir. (Ahzâb 33/72) Bu âyet-i kerimeden, Rabbimizin (celle celaluhu)
insanı ne kadar büyük bir görevle vazifelendirdiğini, aynı zamanda insana düşen
sorumluluğun ağırlığını, insanın emanetin hakkını vermediği takdirde zalim ve
cahil olduğunu öğreniyoruz.
Muhterem Hocamız,
yazısının devamında insanın vazifesini hakkıyla yaptığı takdirde çıkacağı
mertebeleri, alacağı payeleri sıralar. “Allah'a inandığı, inanması ölçüsünde O'na saygılı olduğu,
nimetlerine karşı şükürle mukabelede bulunduğu takdirde gün gelir başı gökler
ötesi âlemlere ulaşır, rûhânîlerle aynı atmosferi paylaşır, istîdadı müsaitse
gider meleklerle selâmlaşır. ‘Cennetü'l-Me'vâ’ der ilerler ve mevsimi gelince
yürür ‘Sidretü'l-Müntehâ’da ikamet eyler...” (Sızıntı, Şubat 2004, sayı: 30)
İnsanın mahiyetine kısmen
değindikten sonra muallim kimdir? Bir de onu tanımaya çalışalım. Muallim,
günümüz ifadesiyle öğretmen demektir. Muallimlik bir mesleğin adıdır. O meslek
ki kutsaldır. Zira o, bir peygamber mesleğidir. Efendiler Efendisi
(aleyhisselâm): “Ben, ancak ve ancak muallim olarak gönderildim.” (İbn Mace,
Mukaddime, 17, No: 229) buyurmaktadır.
Muallimi ve yapmış olduğu
vazifenin kutsiyetini daha iyi tanımak için Muhterem Hocamızı dinleyelim.
“Maarifimizde Muallim” başlıklı makalesinde: “Muallim, doğumdan ölüme kadar, bütün bir hayat boyu, hayatı
şekillendiren kudsî üstaddır.” der. Ve
devamında: “Milletine, kader programında rehberlik yapıp, ahlâk ve
karakterini yücelten ve ona ebediyet şuurunu aşılayan, melek soluklarının
mihraklaştığı bu üstün varlığa denk yeryüzünde ikinci bir yaratık
gösterilemez.” ifadesiyle
muallimi en başlar üstü bir konuma taşır. Yazısının devamındaki şu tarife
bakalım: “O, Allah'ın insanları yükseltip, alçaltmasında kullandığı bir
el ve bir dildir.”(Sızıntı, Aralık 1979, Sayı 11) Bundan daha orijinal bir tanım
olabilir mi?
Konuyu yukarıdaki ifadeler
perspektifinde ele aldıktan sonra şimdi muallimin duruşu, günümüz Türkçesiyle,
eğitimcinin duruşu üzerinde duralım.
Bizim için esas olan Hak
karşısında bir kul olarak kulluğun gerektirdiği ölçüler doğrultusunda duruş,
esas duruştur. Konuyu bu çerçeveden ele alarak maddeleştirirsek:
1. Eğitimci,
çalışmalarında dikey yükseldiği kadar yatay ve derinlemesine gelişmeyi de
sürdürmelidir.
2. Eğitimci, çalıştığı
zeminde tenafus (rekabet) hissinin hasetle hemhudut olduğunu unutmamalı,
kıskançlığın, nefretin varlığını bilmeli, bunların izalesi adına hassas olmalı,
nefreti kırmalı, kıskançlığı ortadan kaldırmalı, muhataplarına karşı ilgiyi
artırmalı, duyarlı çalışmalı, nabzı tam kıvamında tutmalıdır. Aksi halde
kapıları açılan baraj gibi bir durumla karşılaşabilir.
3. Eğitimci,
etrafındakilere ideal aşılamalı, biri, bin; onu, yüz bin yapacak insanlarla çok
iyi temas kurmalı ve muhataplarının kalblerini kazanmalı, onlara yeterli bilgi
vermeli, çalışmaları ortak planlayıp onlarla birlikte hayata geçirmelidir.
İnsan potansiyelini iyi tasnif etmeli, işinin erbabı olabilecek yeterlilikte,
iz’an ve idrak sahibi nesiller yetiştirmelidir. İnsanlara küresel ölçekte kucak
açmalı, yaptıklarında ve söylemlerinde çelişki yaşamamalıdır. Kullandığı dil,
muğlâklıktan uzak, açık ve net olmalı, insanlara içeriği dolu bir kavramla
yaklaşmalı, iç dış anlatımında bütünlüğü sağlamalı, terminolojisini
zenginleştirmelidir. Değerler eğitimine önem vermeli, muhataplarının kalb ve
gönül dünyalarına seslenmeli, çift buutlu bir nesil inşa etmeli, kalb kafa
izdivacını gerçekleştiren bir nesil yetiştirme sevdasıyla hedefine koşmalıdır.
4. Eğitimci, ilke ve
prensiplerinde tutarlı olmalı, çifte standartlı olmamalı, asla dayatma
yapmamalıdır. Duruşunu küresel açıklıkla paralel olacak genişlikte ayarlamalı,
olaylara geniş perspektiften bakmalıdır. Sosyal gerçeklikteki değerleri göz
ardı etmemeli, bu değerleri paylaşarak yaygınlaştırmalıdır.
5. Eğitimci, herkesle yan
yana, zaman zaman ortak, zaman zaman onları destekleyerek yoluna devam etmeli
ancak asla başkasının düşüncesi altına girmemelidir. Eğitimde kendi eğitim
öğretim modelini oluşturan Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi:
"Ekmeksiz, susuz yaşarız ama hürriyetsiz yaşayamayız.” demeli bu düsturla
hareket etmelidir.
6. Eğitimci, aleyhte
cereyan eden ve fırtınalar koparılan hadiselere bakarak nefret ve öfke insanı
olmamalı. Her zaman müspet hareket etmelidir.
7. Eğitimci, bulunduğu
toplumda herkesle temasta olmalı, irtibat kurmalı, sağlam, ölçülü ve güvenilir
bir iletişim kurarak kalıcı dostluklar kazanmalıdır.
8. Eğitimci, çalıştığı
yerde kendine küsler, gayri memnunlar yığını oluşturmamalı, herkesle iyi
geçinmeli, akışkan olmalı, akışkanlıkta bereket olduğuna inanmalıdır. Onur ve
izzet olmazsa olmazı olmalı, ilmin izzetini muhafaza etmelidir.
9. Eğitimci,
muhataplarına, başkalarının yanında sevilmeyen üslupla hitap etmemeli, şeffaf
olmalı, fobi ve tereddüt oluşturmamalı, hâl ve hareketinde net olmalı,
muğlâklıktan uzak durmalıdır.
10. Eğitimci, mefkûre
insanı olmalı, gaye-yi hayaline ulaşmak için mücadele etmeli, fiili ve kavli
dualarını gereği gibi yapıp tam bir teslimiyetle sebepler dairesinde hareket
ederek şükür çeşmesinden daima zikir akıtarak her şeyin sahibine, kimsesizler
kimsesine sesini duyurmaya çalışmalı, ideallerini âli tutmalı, hedefsizlik
hastalığına yakalanmamalıdır. Hedefine ulaşmak için:
·
Kendini kontrol etmeli, ölçüyü elden bırakmamalıdır.
·
Büyümeye paralel stratejiler geliştirmeli, sürekli kendini
yenilemeli, ideallerini kazanma ızdırabı içinde olmalıdır.
·
Kollektif akılla hareket etme düşüncesinden vazgeçmemelidir.
·
Yolda yürürken tedbiri ve temkini elden bırakmamalıdır.
·
Sürekli anlatma ve insanlara faydalı olma düşüncesiyle hayatını
süslemeli, “insanlara faydalı olmazsam yaşamam anlamsız” mülahazasıyla faydalı
olma düşünce ve aksiyonunu günlük hayatının içine koymalı, her anı
güzelliklerle süsleme düşüncesiyle hareket etmeli, harekette bereket olduğuna
inanmalıdır.
http://www.herkul.org/index.php/sizden-gelenler/sizden-gelenlerr/10138-egitimcinin-durusu-nas-l-olmal