Emir ve/veya isteklerine karşı çocuklarından direnç gördüklerinde; beklemedikleri bir muhalefetle karşılaştıklarında. Ortada bir şey yokken bu söz söylenmeyeceğine göre, önce sözü edilen emir ve isteklere bakmak lazım.
Kur’an, anne-baba hakkını çok önemsemiş; onu Allah’a itaatin hemen ardında zikretmiş ve demiş ki: “Rabb’in şunları kat’i olarak ferman buyurdu: “O’ndan başkasına kulluk yapmayın, anne-babaya da ihsanda bulunun iyilikle, güzellikle muamelede bulunun…” (İsra, 23)
Ayette bir şey dikkatinizi çekmiştir sanırım; itaat Allah’a, ihsan anne-babaya. Anne-babaya itaat değil. Neden? Çünkü anne-baba da beşerdir; yanılabilir, emir ve istekleri Allah’ın muradı ile uyum sağlayamayabilir, hatta O’nun muradına aykırı şeyleri emredebilir; çocuklarını verecekleri emirlerle, izhar edecekleri arzularla günaha, hataya, yanlışa sürükleyebilir.
Bunu çok net anlatır Kur’an. Der ki; “Biz insana, yapacağı en hayırlı iş olarak, annesine ve babasına iyi davranmasını bildirdik. Ama bununla beraber, onlar senden, hakkında bilgin olmayan bir şeyi, Bana şirk koşmanı isterlerse, itaat etme! Hepinizin dönüşü Bana’dır ve Ben de yapageldiğiniz şeyleri bir bir bildirip karşılığını vereceğim.” (Ankebut, 8) Lokman Sûresi’nde de “Şirki emretmeleri durumunda itaat etme” dedikten sonra farklı bir fezleke ile bitirir: “Fakat dünyada onlarla iyi geçin.” (Lokman, 15)
Zikrettiğimiz üç ayeti bir bütün olarak düşündüğümüzde gördüğümüz şu; itaat ile ihsan birbirinden farklı şeylerdir. Anne-babanın emir ve istekleri Allah’a isyanın söz konusu olmadığı durumlarda nazara alınır. Israrcı olmaları durumunda itaat edilmez ama onlarla da iyi geçinme kapıları açık bırakılır…
Pekâlâ, Allah’a isyan yok, açıkça harama, günaha teşvik veya emir yok ama istedikleri şey çocuğun iradesi, isteği, arzusu ile çatışıyorsa. Zaten işin gelip dayandığı nokta burası. O zaman müşahhas örnekler üzerinden devam edelim; “bu kızla veya o dul kadınla evlenmeyeceksin; karını boşa; şununla konuşmayacaksın; yoksa...” Evet yoksa ne olur?.. O meşhur söz geliyor; “sütümü sana helal etmem”.
Nedense anne-babalar çocukların büyüdüklerini, hem Allah hem de halk nezdinde müstakil, bağımsız, kendi kararlarını kendi verebilecek ve bedeline de katlanacak yetişkin bir kişi olduğunu kabullenemiyorlar. Varmak istediğimiz yer şu, anne-baba çocuğum da dese, artık o çocuk değil. Örneğini verdiğimiz hadiselerde almış olduğu ailevi terbiyeye göre anne-baba görüşünü nazara alır, rızalarını gözetir; ama bu demek değildir ki, evlenen ya da boşanan anne-babadır. Anne-baba, kanaatlerini, delilleri ile izhar eder ve sonucu çocuğuna bırakır. Çocuğun yaptığı tercihi beğenmeme durumunda “sütümü helal etmem” deme bir mana ifade etmez. Bu bir istismardır. Yanlış okumadınız; bu apaçık bir istismardır. O yaşlarda iken çocuğa süt verme (emzirme-süt annesi bulma vb.) anne-babanın çocuğuna karşı yapmakla yükümlü olduğu vazifesidir. Başka bir tabirle çocuğun anne-babası üzerindeki hakkıdır. Hatta aksini söyleyebiliriz; haksız gerekçelerle çocuğuna süt emzirmeyen, bakım ve görümünü hakkıyla yapmayan anne-baba üzerinde çocuğun hakkı vardır.
Yalnız bu, demek değildir ki, anne-babanın çocuk üzerinde hakkı yoktur. Tabii ki vardır. “İhsanla muamele edin”, “öf bile demeyin” ve benzeri ayetlerin işaret ettiği temel de zaten burasıdır. Diyelim ki anne-baba bakıma muhtaç bir hale geldi...
http://www.zaman.com.tr/ahmet-kurucan/sutumu-helal-etmem-ne-kadar-dogru_2059092.html