Popüler Yayınlar

24 Haziran 2012 Pazar

iktidar ahiretteki ücret ve mükâfat


Kur’an-ı Kerim’in Hazreti Yusuf’a Mısır’da itibar ve iktidar verildiğini anlattıktan hemen sonra ahiretteki ücret ve mükâfata vurguda bulunması hangi mesajları ihtiva etmektedir? (17:44)
-Kur’an-ı Kerim, Hazreti Yusuf’a Mısır’da “müknet” verildiğini ve onun bir muvazene unsuru kılındığını şöyle anlatır:
وَكَذَلِكَ مَكَّنِّا لِيُوسُفَ فِي الأَرْضِ يَتَبَوَّأُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَاءُ نُصِيبُ بِرَحْمَتِنَا مَن نَّشَاء وَلاَ نُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
“Böylece Biz Yusuf’a Mısır’da itibar ve iktidar verdik. Dilediği yerde konaklayabilir, orayı dilediği şekilde yönetirdi. Biz lütfumuzu dilediğimiz kimselere eriştirir ve güzel hareket eden muhsinlerin ücretlerini asla zayi etmeyiz.” (Yusuf, 12/56) (17:58)
-Hazreti Yusuf onca badireyi atlatıp dünyevî imkanlar açısından zirveye çıktığı bir anda, Cenâb-ı Hak onun nazarlarını bütünüyle ahiret yamaçlarına çevirmiş ve şöyle buyurmuştur:
وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ
“Âhiretteki ücret ve ödül, iman edip haramlardan sakınanlar için elbette daha hayırlıdır.” (Yusuf, 12/57) Aslında, iffet âbidesi Yusuf aleyhisselam bu mevzuda da sâdıktır; Allah Teâlâ’nın bu ikazı onun şahsında bize yöneliktir, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!” kabilindendir. (23:45)
-İbret verici hadiselerin en güzel şekilde nakledilişi ve kıssaların en güzeli manasına gelen “Ahsenü’l-kasas” tabiriyle anılan Yusuf suresi, Kur’ân’ın en tafsilatlı kıssası olarak Hazreti Yusuf’un (aleyhisselam) hayatından ibret-âmiz tablolar ihtiva eder. Surenin sonuna doğru, kıssanın âhirinde Hazreti Yusuf’un şu duası zikredilir:

رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِماً وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
“Ya Rabbî! Sen bana iktidar ve hakimiyet verdin. Kutsal metinleri ve rüyaları yorumlama ilmini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da, âhirette de mevlam, yardımcım Sensin. Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve beni hayırlı, dürüst insanlar arasına dahil eyle!” (Yusuf, 12/101) Bu ayet, onca sıkıntı ve meşakkatten sonra Mısır’ın azizi olan, anne-babasına kavuşan ve kardeşleriyle buluşup barışan Hazreti Yusuf’un, en mesut ve bahtiyar olduğu bir anda gözlerini âhiretin yamaçlarına dikmesini ve ölümü istemesini nazara vermektedir. Kuyuya atılırken, değersiz bir meta gibi satılırken, köle misal çalıştırılırken, ismetini muhafaza uğruna iftiraya uğrarken, ancak bir cânîye reva görülebilecek şekilde zindana tıkılırken ve mazlumiyetinin yanı sıra sıla hasretiyle de kavrulurken... onca musibet karşısında ölümü arzu etmeyen ve bu haliyle yalnızca risalet vazifesinden dolayı yaşadığını ortaya koyan Hazreti Yusuf (aleyhisselam), tam dünyevî imkanlara, ailesine, huzura, saadete ve feraha kavuştuğu bir dönemde Cenâb-ı Hak’tan vefatını dilemiştir. Demek ki, kabrin arkasında o dünyevî saadetten daha cazibedâr bir saadet vardır ve Hazreti Yusuf gibi hakikatbîn bir zat, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde, gayet acı görünen mevti istemiştir, tâ öteki saadete mazhar olsun. Kur’an-ı Hakîm, Yusuf kıssasının hâtimesinde Yüce Peygamber’in bu talebine dikkat çekerek şu irşadda bulunmuştur: Kabrin arkası için çalışınız; hakikî saadet ve lezzet ondadır. (27:17)
-Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ruhunun ufkuna yürümeden önceki son gecesinde Hazreti Ebû Bekir’i imam tayin buyurmuştu. Hazreti Ebû Bekir’in böyle bir göreve tayin edilmesi önemli bir mazhariyet olduğu gibi, cemaatin o imamın imamlığını kabul etmesi de ayrı bir mazhariyettir. Evet, sahabe-i kiram engin havsalasıyla bu durumu kabullenmiş ve iktida edilmesi gereken o zata iktida etmişti. Bu esnada Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) mübarek sütresini sıyırıp, cemaatin o mübarek mukteda bihin arkasında huzur içinde ubudiyetlerini ifa ettiklerini görmüş, vazifesini yapmış olmanın süruruyla tebessüm buyurmuş ve perdeyi indirmişti. O perde aynı zamanda dünyaya karşı da inmişti; fakat Kâinatın İftihar Tablosu ruhunun ufkuna yürürken mesrurdu. Çünkü iman davasını omuzlayacak o güzide topluluk, birlik ve beraberlik ruhu içerisinde Allah huzurunda el pençe divan durmuştu. Zaten İki Cihan Serveri’nin hayatının gayesi de buydu. Bundan dolayıdır ki, mübarek sütresini huzur ve itminan içerisinde indiriyordu. Evet, İki Cihan Serveri, dünyada bulunuyor olma gayesini, vazifesine bağlamıştı. Vazifesi biter bitmez de bu ten cenderesinden kurtulup bir an önce Hakiki Dost’a kavuşma arzusundaydı. Aynı ulvî yaklaşım, aynı duygu ve düşünce Hazreti Yusuf gibi diğer peygamberlerin ve salih kulların da şiarıydı. (29:15)
-Gerçek dava adamı ve hakiki kul, dünya çapında başarılara muvaffak olsa da şöyle düşünür: “Benim yerimde bir başkası bulunsaydı, bu işin çehresi daha farklı olurdu; demek ki ben bu işin çehresini biraz kararttım.” Diğer taraftan da şu mülahaza ile dolu bulunur: “Allah’ım, benim sa’y ü gayretime terettüp edecek neticeler varsa, onları bana gösterme; nefs-i emmâremin onlara bakıp gurura kapılmasına fırsat verme!” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder