Kur’an-ı Kerim’in Hazreti
Yusuf’a Mısır’da itibar ve iktidar verildiğini anlattıktan hemen sonra
ahiretteki ücret ve mükâfata vurguda bulunması hangi mesajları ihtiva
etmektedir? (17:44)
-Kur’an-ı Kerim, Hazreti
Yusuf’a Mısır’da “müknet” verildiğini ve onun bir muvazene unsuru kılındığını
şöyle anlatır:
وَكَذَلِكَ مَكَّنِّا لِيُوسُفَ فِي الأَرْضِ يَتَبَوَّأُ مِنْهَا
حَيْثُ يَشَاءُ نُصِيبُ بِرَحْمَتِنَا مَن نَّشَاء وَلاَ نُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
“Böylece
Biz Yusuf’a Mısır’da itibar ve iktidar verdik. Dilediği yerde konaklayabilir,
orayı dilediği şekilde yönetirdi. Biz lütfumuzu dilediğimiz kimselere eriştirir
ve güzel hareket eden muhsinlerin ücretlerini asla zayi etmeyiz.” (Yusuf, 12/56) (17:58)
-Hazreti Yusuf onca
badireyi atlatıp dünyevî imkanlar açısından zirveye çıktığı bir anda, Cenâb-ı
Hak onun nazarlarını bütünüyle ahiret yamaçlarına çevirmiş ve şöyle
buyurmuştur:
وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ
“Âhiretteki
ücret ve ödül, iman edip haramlardan sakınanlar için elbette daha hayırlıdır.” (Yusuf, 12/57) Aslında, iffet âbidesi Yusuf aleyhisselam bu
mevzuda da sâdıktır; Allah Teâlâ’nın bu ikazı onun şahsında bize yöneliktir,
“Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!” kabilindendir. (23:45)
-İbret verici hadiselerin
en güzel şekilde nakledilişi ve kıssaların en güzeli manasına gelen
“Ahsenü’l-kasas” tabiriyle anılan Yusuf suresi, Kur’ân’ın en tafsilatlı kıssası
olarak Hazreti Yusuf’un (aleyhisselam) hayatından ibret-âmiz tablolar ihtiva
eder. Surenin sonuna doğru, kıssanın âhirinde Hazreti Yusuf’un şu duası
zikredilir:
رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن
تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي
الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِماً وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
“Ya
Rabbî! Sen bana iktidar ve hakimiyet verdin. Kutsal metinleri ve rüyaları
yorumlama ilmini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da, âhirette de
mevlam, yardımcım Sensin. Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve
beni hayırlı, dürüst insanlar arasına dahil eyle!” (Yusuf, 12/101) Bu ayet, onca sıkıntı ve meşakkatten sonra
Mısır’ın azizi olan, anne-babasına kavuşan ve kardeşleriyle buluşup barışan
Hazreti Yusuf’un, en mesut ve bahtiyar olduğu bir anda gözlerini âhiretin
yamaçlarına dikmesini ve ölümü istemesini nazara vermektedir. Kuyuya atılırken,
değersiz bir meta gibi satılırken, köle misal çalıştırılırken, ismetini
muhafaza uğruna iftiraya uğrarken, ancak bir cânîye reva görülebilecek şekilde
zindana tıkılırken ve mazlumiyetinin yanı sıra sıla hasretiyle de kavrulurken...
onca musibet karşısında ölümü arzu etmeyen ve bu haliyle yalnızca risalet
vazifesinden dolayı yaşadığını ortaya koyan Hazreti Yusuf (aleyhisselam), tam
dünyevî imkanlara, ailesine, huzura, saadete ve feraha kavuştuğu bir dönemde
Cenâb-ı Hak’tan vefatını dilemiştir. Demek ki, kabrin arkasında o dünyevî
saadetten daha cazibedâr bir saadet vardır ve Hazreti Yusuf gibi hakikatbîn bir
zat, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde, gayet acı görünen mevti
istemiştir, tâ öteki saadete mazhar olsun. Kur’an-ı Hakîm, Yusuf kıssasının
hâtimesinde Yüce Peygamber’in bu talebine dikkat çekerek şu irşadda
bulunmuştur: Kabrin arkası için çalışınız; hakikî saadet ve lezzet ondadır.
(27:17)
-Rasûl-ü Ekrem Efendimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem), ruhunun ufkuna yürümeden önceki son gecesinde
Hazreti Ebû Bekir’i imam tayin buyurmuştu. Hazreti Ebû Bekir’in böyle bir
göreve tayin edilmesi önemli bir mazhariyet olduğu gibi, cemaatin o imamın
imamlığını kabul etmesi de ayrı bir mazhariyettir. Evet, sahabe-i kiram engin havsalasıyla
bu durumu kabullenmiş ve iktida edilmesi gereken o zata iktida etmişti. Bu
esnada Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) mübarek sütresini sıyırıp,
cemaatin o mübarek mukteda bihin arkasında huzur içinde ubudiyetlerini ifa
ettiklerini görmüş, vazifesini yapmış olmanın süruruyla tebessüm buyurmuş ve
perdeyi indirmişti. O perde aynı zamanda dünyaya karşı da inmişti; fakat
Kâinatın İftihar Tablosu ruhunun ufkuna yürürken mesrurdu. Çünkü iman davasını
omuzlayacak o güzide topluluk, birlik ve beraberlik ruhu içerisinde Allah
huzurunda el pençe divan durmuştu. Zaten İki Cihan Serveri’nin hayatının gayesi
de buydu. Bundan dolayıdır ki, mübarek sütresini huzur ve itminan içerisinde
indiriyordu. Evet, İki Cihan Serveri, dünyada bulunuyor olma gayesini,
vazifesine bağlamıştı. Vazifesi biter bitmez de bu ten cenderesinden kurtulup
bir an önce Hakiki Dost’a kavuşma arzusundaydı. Aynı ulvî yaklaşım, aynı duygu
ve düşünce Hazreti Yusuf gibi diğer peygamberlerin ve salih kulların da
şiarıydı. (29:15)
-Gerçek dava adamı ve
hakiki kul, dünya çapında başarılara muvaffak olsa da şöyle düşünür: “Benim
yerimde bir başkası bulunsaydı, bu işin çehresi daha farklı olurdu; demek ki
ben bu işin çehresini biraz kararttım.” Diğer taraftan da şu mülahaza ile dolu
bulunur: “Allah’ım, benim sa’y ü gayretime terettüp edecek neticeler varsa,
onları bana gösterme; nefs-i emmâremin onlara bakıp gurura kapılmasına fırsat
verme!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder