Popüler Yayınlar

5 Aralık 2011 Pazartesi

Haydar-ı Kerrar ve Ehl-i Beyt Muhabbeti


Haydar-ı Kerrar ve Ehl-i Beyt MuhabbetiYazdırE-posta
Fethullah Gülen   
Her şeyden önce, ayrılıkları öne çıkarıp kavgaya tutuşmak yerine, benzer ve ortak yönleri söz konusu yaparak konuşup anlaşmaya çalışmak gerekmektedir. Sünnîler ile Alevîler arasında onca fasl-ı müşterek vardır. Allah’a, Peygamber’e, Kitab’a iman etme, Hazreti Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e karşı ciddi bir muhabbet besleme misillü ortak noktalar üzerinde mutabakat aranmalıdır.
Evet, genelde Alevîlerde çok şiddetli bir Ali sevgisi ve Ehl-i Beyt muhabbeti göze çarpmaktadır; fakat, bu hususiyet Sünnî akıdeye bağlı olanlar arasında da çok bârizdir. Mesela, içinde neş’et ettiğim ailem ve kültür ortamım itibarıyla, Hazreti Ali’yi öyle sevmişimdir ki, hep ondan yana ağır basan muhabbet terazimi dengelemekte oldukça zorlanmışımdır. Bilhassa kahramanlığıyla, civanmertliğiyle ve karakterini oluşturan fütüvvet ruhuyla Şah-ı Merdan’ı tanıyınca, ona o denli hayranlık duymuşumdur ki, diğer üç halifenin faziletlerini de nazar-ı itibara alarak herkesi kendi konumuna göre değerlendirme hususunda çok ciddi gayret sarfetmişimdir. Bilhassa, Hazreti Ali’ye karşı içten sevgisine ve gönülden bağlılığına şahit olduğum Alvar İmamı’nın,
“Nur-ı ayn-i Muhammed’dir,
Şah-ı merdan Haydar Ali.
Dürr-i derya-yı Ahmed’dir,
Şah-ı merdan Haydar Ali!” sözlerini sürekli duyduğum ve Ali (radıyallahu anh) Efendimiz hakkında birbirinden müessir menkıbeler dinlediğim o tekye atmosferinde, diğerleriyle Hazreti Ali arasında tercih yapamaz hale gelmiş ve “Haydar-ı Kerrar olmazsa olmaz!” demişimdir.
Oysa, bu hususta Ehl-i Sünnet telakkisi ve dengeli olmanın gereği Hazreti Ali Efendimizin söylediğini söylemektir; o, “Ebu Bekir olmasaydı, bu din olmazdı.” demek suretiyle, hem Hazreti Ebu Bekir’in (radıyallahu anh) müstesna mevkiine işarette bulunarak hakperestliğini göstermiş, hem kendi tevazuunu seslendirmiş ve hem de kendisinden sonra geleceklere böyle kaygan bir zeminde kayıp düşmemeleri için bir tembihte bulunmuştur. Doğrusu, Hazreti Ali’ye yakışan da budur; çünkü, o, yiğitler yiğidi ve damad-ı Nebi’dir. Dahası o, Hazreti Ömer’e şeyhülislamlık yapmış, Hazreti Osman’ın evi kuşatıldığında Hasan ve Hüseyin efendilerimizi onu savunmaları için göndermiş ve “Gidin, gerekirse o kapıda ölün ama Hazreti Osman’a dokundurmayın!” demiştir. İşte, Ali Efendimizi bu hususiyetleriyle tanımak ve anlamak lazımdır.
Bununla beraber, Ehl-i Sünnet nazarında da, Hazreti Ali’nin diğer Sahabîler arasında ayrı bir yeri vardır. Bu müstesna konum, onun Allah Rasûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) cibillî yakınlığı, o haneye ait bazı sırlara vukufiyeti, hakikat-ı Ahmediyeyi velayet noktasında en kamil manada temsili, peygamber neslinin ondan devam etmesi ve bütün evliyanın baştacı olması... gibi mazhariyetlerden kaynaklanmaktadır.
Hazreti Ali, “Her peygamberin nesli kendinden, benimkisi ise Ali’den olacaktır!”; “Ben kimin dostu (mevlası) isem, Ali de onun dostudur.”; “Sen dünyada da ahirette de benim kardeşimsin!”; “Sen, Hazreti Harun’un, Hazreti Musa yanında aldığı yeri, benim yanımda almaktan razı değil misin? Şu farkla ki, benden sonra peygamber yoktur.” ifadelerindeki nebevî iltifata mazhar olmuş bir insandır.
Ayrıca, Rasûl-ü Ekrem’in (aleyhi ekmelüttehâyâ) neslini sevmek de Alevîsiyle Sünnîsiyle hepimiz için çok önemli bir vecibedir. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de, Allah Rasûlü’nün, peygamberlik vazifesine bedel olarak hiçbir ücret talep etmediği, ümmetinden sadece Âl-i beytine muhabbet istediği belirtilmektedir. Nebiler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem), bu hakikati teyid eden bir hadis-i şerifinde, “Nimetleriyle sizi rızıklandırdığı için Allah’ı sevin. Beni de Allah için sevin. Ehl-i beytimi ise benim sevgimden dolayı sevin.” buyurmaktadır. Yine, Habib-i Ekrem (aleyhissalatü vesselam) iki ayrı hadis-i şerifte, sırat-ı müstakimden inhiraf etmemeleri için ümmetine Kur’an, Sünnet-i Seniyye ve Ehl-i Beyt’e ittibayı emretmektedir. Sâdık u Masdûk Efendimiz, “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmazsınız. (Bunlar) Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün Sünneti’dir.” demiş; bir başka defa ise, “Diğeri, Ehl-i beytimdir.” buyurarak Sünnet-i Seniyyesinin yerine mübarek neslini zikretmiştir. (Vuslat Muştusu, s. 26-28)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder