Popüler Yayınlar

19 Aralık 2011 Pazartesi

İç Deformasyon


İnsanın cismanî varlığına yönelik hususları "alem-i halk", irade, vicdan, şuur, his gibi manevi yönleri de "alem-i emir" içinde mütalaa edilir. Bu alemlere bağlı olarak insan  birbiriyle çok kuvvetli ilişkilere sahip iki mekanizmadan meydana gelir: Bunlar; nefis ve vicdan mekanizmasıdır. Her türlü şehevi arzu ve kaprisler, kin, nefret, öfke, inat gibi belli hikmet ve gayeler için insana emaneten verilen duygular nefis mekanizmasını oluştururlar. Kalp, ruh, sır, hafi, ahfa, alem-i emre ait Rabbani latifeler ile irade, idrak, şuur, his ve duygular da vicdan mekanizmasını meydana getirirler. Vicdan ve nefis mekanizması insanın doğumuyla başlayıp, ölümle noktalanacak süreçte devamlı birbiriyle mücadele halindedir. Bu mücadelede vicdanın ağır bastığı yerlerde nefis mekanizması müsbete dönüşerek insanın yaratılış gayesine uygun olarak yaşamasına vesile olur. Nefis mekanizmasının; yani kin, nefret, şehevi arzular, kaprisler ve inatın tefrit ve ifrat alanında etkin rol oynadığı hengamede ise bir iç çöküşü, yaratılış gayesine muhalefeti ifade eden günah meydana gelir. Tevbe ve gönülden pişmanlıkla temizlenmeyen günahlar ve bir kademe ilerde küfrün oluşturduğu atmosferde hem latife-i rabbaniye, hem de vicdan baskı altında demektir. Böyle bir baskının (günah) komplikasyonları ise ferdi, ailevi ve toplum hayatında derinden hissedilmektedir. Bunun en ibret verici göstergeleri ise hastahaneler, hapishaneler, demhanelerdir. Buralardaki seslere, iniltilere kulak verildiğinde  büyük oranda günahlarının cezasını çektikleri duyulacaktır.

Evet kimi zaman nefsin, kimi zaman hevanın, kimi zaman da şeytanın vesvelerin çekip götürdüğü yerlerde günahlar çeşit çeşittir. Başta gelenleri, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) beyanıyla, şu ürpertici diziyle çıkar karşımıza: Yaratıcı’ya eş ve ortak koşmak; haksız yere cana kıymak; anne ve babanın hukukunu çiğnemek, yalan yere şehâdette bulunmak; cepheden kaçmak; iffetlilerin iffetiyle oynamak vs...

İzale edilmeyen, nedameti duyulmayan günahlar ferdi, aile ve toplum hayatı için potansiyel büyük birer tehdit ve tehlikedir. Bunlar, insanın düşünce dünyasına, manevi hayatına, âile ve topluma karşı öyle inhiraflardır ki, vaktinde önü alınmazsa, âile de yıkılır gider, toplum da. Zira Üstat hazretleri bu noktaya dikkat çekerken günahların diğer günahlara davetçi olduğu, her bir günahta küfre götüren bir saik bulunduğunu, ayrıca herbir günahın meydana getirdiği girdapta boğulma tehlikesini nazara vermektedir. "Kimi zaman bir lokma, kimi zaman bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işaret, bir öpmekte insanın kaybedebileceğini nazarlarımıza arzetmektedir "                                                    

Sosyolojik bir perspektiften, insanoğlu sosyal bir bünye içinde bir bedenin azaları gibidir. Dolayısıyle vücuttaki azaları birbirinden ayrı düşünemeyeceğimiz gibi, insanı da toplumdan ayrı düşünmemiz mümkün değildir. Bir azada bir aksaklığın, hastalığın, acının ve elemin diğer azaları etkilemesi gibi ferdi hayatı adına israfa giren kimseler de esasında aile ve toplum hayatında büyük gedikler açıyor demektir. Günahlar bilgisayarlarımıza bulaşan virüsler gibidir. O virüslerin meydana getirdiği tahribat neticesi proğramların işlevini yitirmesi gibi işlenen günahlar da Cenab-ı Hak’tan gelen yümün, bereket, istikamet şeklindeki varidattan mahrum kalır. Zira latife-i Rabbaniye'de  meydana gelen tahribat tevbe iksiri ve derinden bir nedametle tamir edilmediği takdirde kalp, ruh, sır, hafi, ahfa gibi latifeler o ilahi varidatı alma işlevini yerine getiremez. Netice olarak da ferdi düşünce ve ruh hayatı, aile ve toplum istikameti adına büyük kuraklıklara maruz kalınmış olur.

Bunu bir menkıbeyle taçlandıralım. Hazreti Musa döneminde çok büyük bir kuraklık meydana gelir; yıllarca bu kuraklık sürer, hasılı canlar telef olur. Halk Hazreti Musa'ya gelir derler. "Ya Musa, yıllar var ki topraklarımız bir damla yağmura hasret kaldı. Bu hasret sebebiyle topraklarımız ürün vermez oldu. Ürün de alamayınca ambarlar boşaldı ve yiyecek bir şeyimiz kalmadı. Her gün beşer onar insanımız ölmekte. Kapına geldik; zira sen Allah'ın (c.c)  peygamberisin, Allah'a dua etsen, Allah (c.c) o bereket yağmurlarını tekrar üzerimize gönderse." Hazreti Musa “Duayı beraber yapalım” der. Dua edilecek yere gelinir, herkes ellerini açıp dua etmeye başlayınca; Allah (c.c) Hazreti Musa’ya vahyeder. "Ya Musa onların içerisinde günahkar bir kimse var, o günahına tevbe etmediği müddetçe üzerinize rahmet bulutları gelecek değildir" der. Kısaca Hazreti Musa durumu nakleder ve “O günahkar kimse aramızda gizli olarak kendi gühanına tevbe etsin” der. O günahkar da dua eden halk içinde gizli olarak tevbede bulunur.Tevbesi kabul olunur, akabinde de rahmet yağmurları tekrar üzerlerinde dolaşmaya başlar.
Bu menkıbe de aynı noktayı vurgulamaktadır. Fert toplum içinde yaşadığından onun bütün hal ve hareketleri hem kendini hem yuvasını hem de toplum hayatını derinden etkilemektedir. Günah virüslerine maruz bir şahsın, bu virüsleri çevresine bulaştırmaması mümkün değil gibidir. Bu zaviyeden bilerek veya bilmeyerek günah işleyen kimse hukuk-u ammeye tecavüzde bulunmaktadır.

Günahların maddi ve manevi kuraklığın sebebi olduğu şu ayet ışığında çok açık tebeyyün etmektedir. "Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. Mağfiret dileyin ki, üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın. (Nuh, 10-11-12). Burada mağfiret dileyin deniyor ki, mağfiret, işlenen günahların bağışlanmasını ifade eden bir taleptir. “Eğer böyle bir taleple gelirseniz, günahlarınız neticesi hasıl olan, mal ve menal, evlat ve ıyal kıtlığını ortadan kaldırırım.” Bugünkü moder ifadesiyle meseleye bakacak olursak, mal ekonomi demektir, evlat nesil demektir. Bu açıdan hal-i hazırda fertler, aileler, toplumlar ve devletler iktisadî bir çıkmazla karşı karşıya, ayrıca nesillerin gidişatından da memnun değillerse bu problemlerin çözümü de temel olarak işlenen günahların izalesinden geçer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder